Anılarım elbette 12 Eylül öncesinden başlıyor.
11 Temmuz 1978’de değerli sanat tarihi doçenti, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi, sevgili dostum Bedrettin Cömert öldürüldü.
İlk dedikodu, asıl hedefin ben olduğum, Bedri’nin yanlışlıkla öldürüldüğü biçiminde çıktı.
Bu dedikodu doğru değildi…
Katiller yanlışlıkla adam öldürecek amatörlerden seçilmemişti…
Ama ben de öldürülecekler listesinin en başındaydım.
Ertuğrul Özkök de yukarda, ya ikinci ya da üçüncü sırada bir yerlerdeydi.
***
O dönemde sol ve sağ gruplar çeşitli üniversite ve fakülte binalarını denetim altına alıyor, egemen oldukları yerlerde karşı grubun derslere girmesini engelliyordu.
Çatışmaların çoğu da, derslere girmeleri engellenen grubun toplu halde gelip içeri girme çabası sırasında çıkıyor, silahlar patlıyor, öğrenciler ölüyor, okul tatil ediliyordu.
En çok çatışma ve olay, sol grupların denetim kurduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi ile sağ grupların egemenlik kurmuş olduğu şimdiki Gazi Üniversitesi binalarında yaşanıyordu.
Hacettepe’nin gerek Sıhhiye’deki merkez, gerekse Beytepe’deki yerleşkesinde her iki grup da egemen olamamıştı.
Sıhhiye yerleşkesi, zaten tıp eğitiminin niteliğinden dolayı bir grubun egemenliğine çok uygun değildi.
Beytepe’deki durum ise biraz da öğrenci gruplarının güçleri arasındaki dengeden ve jandarmanın çok dikkatli davranmasından kaynaklanıyordu.
Beytepe’de jandarma, her iki grubun toplu halde bulunan mensuplarını, ayrı yerlerde, birbirlerinden izole edilmiş bir biçimde koruyor, temaslarına izin vermiyordu.
Bir gruba mensubiyeti ile tanınan bir öğrenci, sınıfına giderken yanlışlıkla öteki grubun arasına düşerse canını ancak bir öğretim üyesinin odasına sığınarak kurtarabiliyordu.
En çok sığınılan odalardan biri de benimkiydi.
Sayısız sağcı ya da solcu öğrenciyi dayak yemekten kurtardığımı, karşı grubun arasından geçirip sağ salim yerleşke dışına çıkardığımı anımsıyorum.
***
Bedrettin’in öldürülmesini araştıran polisler öğrencilere, cinayetin muhtemelen bir kadın-kız meselesinden kaynaklandığını, siyasal olsaydı benim öldürüleceğimi söylemişlerdi.
Elbette bu da doğru değildi…
Bedrettin Cömert aktif ve güncel politikaya uzak durmasına karşın, sol görüşlü ve bir yabancıyla evli olmasından dolayı faşist katillerce son derece bilinçli bir hedef olarak seçilmişti.
Bedri’nin öldürüldüğü gün Ankara’da Türk Dil Kurumu’nun kurultayı vardı ve zaten o da oraya gitmek üzere evinden çıktığında vurulmuştu.
O sırada Ecevit’in, Adalet Partisi’nden istifa eden on bir bağımsız milletvekili ile kurduğu hükümet işbaşındaydı.
Cinayet haberi Ankara’ya bir bomba gibi düştü…
Ecevit’in özel emri ile hemen korumaya alındım.
Ve ondan sonra üç çocuğumuzla birlikte tam bir cehennem hayatı başladı…
Ölüm tehditleri, bomba ihbarları, pencereleri caddeye baktığı için yatak odalarımıza bile giremeyip koridorda yattığımız geceler…
Dönem, Prof. Yakup Kepenk’e otomobilinde kurşun sıkılarak, Prof. Korel Göymen’e evine bomba konularak, Prof. Yalçın Sanalan’a karnına beş kurşun sıkılarak, Prof. Tosun Terzioğlu’na evine gidilerek düzenlenen suikastlar dönemiydi.
Bu dönemin öyküsünü Babam, Oğlum, Torunum adlı kitabımda anlattığım için burada ayrıntıya girmiyorum.
Bedrettin Cömert’e ek olarak sadece, 1978’den itibaren 12 Eylül 1980’e kadar öldürülenleri rahmetle anıyorum:
Ankara savcısı Doğan Öz.
Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu.
Prof. Bedri Karafakioğlu.
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi.
Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul.
Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı İlhan Darendelioğlu.
Prof. Ümit Doğanay.
Prof. Cavit Orhan Tütengil.
Yazar Ümit Kaftancıoğlu.
Eski bakan Gün Sazak.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler.
***
Ve ben bu arada, TRT’de, Türkiye’nin durumunu tartıştığım bir program yapıyordum…
Başka kanal olmadığı için bütün Türkiye’nin izlediği bir program!
Öyküsü perşembeye.
Yorum Gönder