Ortaya, bir süredir üzerinde düşündüğüm bazı tezler atacağım. Tartışma tezleri bunlar. Bir süredir kimi söyleşiler, seminerler ve televizyon programlarında dile getirdiğim, ve fakat sistematik bir şekilde ortaya koymadığım değerlendirmeler... Bu yazı ile konuya bir giriş yapmayı deneyeceğim.
Bu tartışma hem Türkiye’nin yakın siyasal tarihi bakımından önemli, hem de siyaset bilimi ve sosyolojisi bakımından... Dolayısıyla sol’u da yakından ilgilendirdiğini düşünüyorum. Çünkü, sağı ve solu ile liberallerin en önemli varsayımlarından birinin temelinin boş olduğunu ortaya koyması bakımından ideolojik-politik bir değer de taşıyor.
Sözü fazla uzatmadan konuya girmek gerekiyor. Konu, başlıkta da belirtildiği gibi darbeler ve Kemalizmin tasfiyesi. Tehlikeli bir tartışma, her an liberal bir linçle karşılaşmak, darbeci ilan edilmek mümkün. Neyse bu şirretliğe pabuç bırakmamak ve cesaret gerekiyor. Ben başlıyorum:
Darbeler ve Aristo mantığı
1. Türkiye solu ve genel olarak entelijansiya, bilindiği gibi 1990 sonrasında ağır şekilde liberalizmin etkisi altına girdi. Sol tarihe, topluma, sisteme, olaylara ve olgulara bakışta ve yorumlayışta diyalektik yöntemi yitirmeye başladı. Bir analiz yöntemi olarak düz mantık, yani en geri düşünce yöntemi entellektüel-siyasal alana sessiz sedasız egemen oldu.
2. Durum böyle olunca 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri, 1960’lı ve 1970’li yıllarda sol tarafından yapılan çözümlemelerden tamamen farklı şekilde değerlendirilmeye başladı. Bu bakış, 2000’ler Türkiye’sinde neredeyse bütün siyasete ve entellektüel alana egemen oldu. İnanılır gibi değil ama basitçe şöyle bir düşünce ve analiz yöntemiydi; 12 Eylül bir darbe ve kötü, o halde bütün darbeler kötüdür. 27 Mayıs da darbe olduğuna göre o da kötü, hatta faşisttir. Böylece amaç, program, siyasal sonuç vb olgulara bakmadan bütün darbeleri eşitleyen bir yaklaşım benimsendi.
3. Bu analizde kaba, yüzeysel, aklı ve bilimi kullanmayan bir yöntem egemendir. Esasa değil biçime bakılmaktadır. Ülkede öyle bir ortam oluşmuş, entellektüel ve siyasal alan öylesine terörize edilmiştir ki, bu durumu açıkça tartışmak bile neredeyse imkansız hale gelmiştir.
4. Oysa 27 Mayıs, daha sonraki darbelerden farklı olarak özgürlükleri kısıtlamamış, tam tersine bütün bir modernleşme tarihi boyunca (burjuva anlamda da olsa) en özgür ve en demokratik siyasal ve entellektüel ortamı yaratmıştır. Sol’un önünü açmış, yasakları kaldırmış, grevli toplu sözleşmeli sendikal hakları getirmiş, dahası polisler bile dahil olmak üzere bütün memurlara sendika kurmanın önünü açmıştır. Türkiye bu hakların bugün bile çok uzağındadır.
Her darbe gerici ve faşist değildir
5. Çubuğu biraz bükerek ve belli bir soyutlama düzeyinden bakarak ifade edersek eğer, öncelikle şu tespiti yapmak gerekir; 27 Mayıs klasik bir darbe olmaktan çok uzaktır. Önemli bir sivil muhalefet hareketi, aydınlar ve devrimci gençlikle birleşen bir genç subaylar hareketidir. Kendi Genelkurmay başkanını tutuklamış, birkaç istisna dışında bütün generalleri (270) ordudan ihraç etmiştir. Hareketin sağ kanadını tasfiye ettikten sonra, çoğu polis şefini de tutuklamış, buna karşın bütün siyasi mahkum ve tutukluları ise serbest bırakmıştır. TİP, DİSK, TÖS, FKF, DEV-GENÇ gibi sosyalist hareketin efsane örgütleri bu ortamda kurulmuş, YÖN dergisi bu dönemde çıkmış, sosyalist edebiyat üzerindeki yasaklar kalkmış, 27 Mayıs sonrasında Marksist eserler Türkçeye kazandırılmıştır.
6. Bütün bunlar ortadayken, 27 Mayıs’ı 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleriyle aynı kefeye koymak tam anlamıyla bilimsel temellerden yoksun, tarihsel olgularla çelişen, siyasal kanıtlara dayanmayan, keyfi ve ideolojik bir değerlendirmedir. Yüzeysel ve kabadır. Bilimsel hiçbir değeri yoktur. Tarihi gerçekler ve olgularla çelişmektedir.
7. Biz bütün darbelere değil, gerici ve faşist darbelere karşıyız. Tıpkı Portekiz’de 1974’te faşist rejimi yıkan, demokrasi getiren, sol’un üzerindeki bütün yasakları kaldıran, siyasal tutukluları ve hükümlüleri özgürleştiren, dahası sömürgelerin bağımsızlığını tanıyan ve hatta bu bağımsızlığı sağlayan “Karanfil Devrimi”ne karşı olmadığımız, daha doğrusu olmamamız gerektiği gibi. Portekiz Karanfil Devrimi, sırf aralarında (hatta önlerinde) askerler (devrimci genç subaylar) var diye Şili’de 1973 faşist Pinoşe darbesiyle aynı kefeye koymak tam anlamıyla bir siyasal salaklık olacaktır. Bu anlayış devrimlere de “darbe” demeye kadar gidecek bir liberal-gerici savrulmadır.
27 Mayıs burjuva devriminin tamamlanmasıdır
8. Gerçekte 27 Mayıs 1960, yarım kalan Türk burjuva devrimini tamamlama eylemidir. Cumhuriyet devrimini bütün mantıksal, siyasal ve tarihsel sonuçlarına ulaştırma girişimidir. Kemalist devrimin eksik kalan, tamamlanamayan “demokratik” boyutunu tamamlama hamlesidir. 1950’de başlayan karşı devrim girişiminin bastırılmasıdır. Kendi devriminin yarattığı sonuçlardan ve yeni insandan korkan, bu devrimi ve aydınlanma hareketini tarihsel ve siyasal sonuçlarına ulaştırmaktan kaçınan, dahası kendi devrimine ihanet etmeye başlayan burjuvaziye, son bir gayretle itiraz eden Jakoben bir atılımdır.
9. Bu yanıyla 27 Mayıs Türk burjuva devriminin “demokratik” boyutunu tamamlayan tarihsel bir siyasal eylemdir. Bu nedenle burjuva devriminin tamamlanamadığı ve yarım kaldığı yolundaki tezler tam olarak doğru değildir. Çünkü, 1961 Anayasasının özgürlükçü karakteri buradan, bu tarihsel deneyimden gelmekte ve gücünü ondan almaktadır. Kemalistlerin son zaferidir. Çünkü 27 Mayıs’tan sonra onlar için bir tasfiye ve yenilgi süreci başlamıştır.
10. Türkiye’deki sağcı iktidarlar, gerici partiler, örgütler ve çevreler 27 Mayıs Anayasası’na karşı sürekli olarak ve sert şekilde muhalefet etmiştir. Bu (1961) anayasanın kazanımlarının ortadan kaldırılması için, DP iktidarı döneminde kurulan Kontrgerilla dahil, bir dizi CIA’cı örgüt ve parti sistematik şekilde çalışmıştır. Türkiye Soğuk Savaş’a kurban edilmiştir.
Devriminden ürken burjuvazi ve Sol Kemalistlerin tasfiyesi
11. ABD Türkiye’yi kaybetme riskini kalıcı olarak yok edecek bir dizi önlem almaya başlamış ve 12 Mart 1971 darbesiyle 27 Mayıs Anayasası’nın üçte biri değiştirilmiştir. Güçsüzlüğü nedeniyle kendi devriminden ürken burjuvazi, Soğuk Savaş ortamının yarattığı olanaklardan da yararlanarak önce kendi içinde temizlik yapmaya, 12 Mart’tan sonra Sol Kemalistleri tasfiye etmeye başlamıştır.
12. Tasfiye öncelikle askeri ve sivil bürokraside başlatılmıştır. Öyle ki, 12 Mart 1971’de Cemal Madanoğlu ve Doğan Avcıoğlu (YÖN) davalarının anlamı budur. Aralarında sosyalist ve devrimcilerin de olduğu tam 5.200 subay ordudan ihraç edilmiştir. Örneğin sadece THKP-C davasından yargılanan subay sayısı bile yaklaşık 300’dür. Başta Süleyman Demirel’in Adalet Partisi olmak üzere MHP, Erbakancı islamcılar ve her soydan sağcı aydın bu darbeyi hararetle desteklemiştir
13. Sol kemalistlerin tasfiyesi 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte tamamlanmıştır. 12 Eylül darbesi esas olarak sol’u, sosyalist hereketi ezmek ve tasfiye etmek amacıyla gerçekleştirilse de, en az onun kadar önemli bir başka hedefi de ordu ve bürokrasideki tasfiyelerin yapılmasıydı. Bu tasfiye Sağ Kemalistlerin işbirliği, onayı, hatta öncülüğünde gerçekleşmiştir.
14. Gecikmiş bir burjuva devriminin ve yetersiz sermaye birikiminin yarattığı sorunların yükü altında Cumhuriyet ezilmiştir. Dev bir sosyalist blokun bulunduğu, bağlantısızlar hereketinin güçlü olduğu, “kapitalist olmayan yol” tezinin ve siyasetlerinin yükseldiği bir dünya-tarihsel durumda/ortamda, Cumhuriyet Devrimini mantıksal ve tarihsel sonuçlarına taşımak burjuvazi için teklikeli görünmüştür.
15. Sonuçta 12 Eylül darbesiyle devlette solcu ve Sol Kemalist bırakılmamıştır. Böylece batıcı burjuvazi kendi devriminin (yine kendi çıkarları için) sınırlı da olsa yaşatılması gereken kimi kazanımlarını koruyacak ve saldırıları dengeleyecek gücünü de büyük ölçüde yitirmiştir. Fakat bunu çok geç anlamıştır.
Ergenekon ve Sağ Kemalistlerin tasfiyesi
16. Amerikancı bir sivil darbe ile iktidara gelen AKP-Cemaat koalisyonunun yürüttüğü Ergenekon souşturmasıyla da Türkiye’de Sağ Kemalistler ordudan, bürokrasiden ve geleneksel iktidar blokundan tasfiye edilmiştir. Böylece 60 yıla yayılan karşı devrim, emperyalizmin bölgesel ihtiyaçlarıyla örtüştüğü için yakaladığı konjonktürel fırsat nedeniyle başarıya ulaşmıştır. Tayyip Erdoğan’ın siyaset danışmanı ve AKP milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’ın belirttiği gibi, daha islami bir rejimin kurulması için “Tarihte ilk kez iç ve dış dinamikler birbiriyle örtüşmüş durumdadır”.
17. Kendi solunu 12 Mart ve 12 Eylül’de tasfiye eden Cumhuriyetçi-Kemalist kadro, gerçekte bir kabuğa dönüşmüştü. Bu nedenle 2008 Ergenekon darbesi ile kolaylıkla kendisi de tasfiye oldu. Böylece solu ve sağıyla Kemalizm ve Kemalistlerin tasfiyesi tamamlandı. Cumhuriyet burjuvazisi sol düşmanlığı ve muhafazakarlaşma politikalarının sonucunda kendi devrimini teslim etti.
18. Zenginliklerin asalak bir sınıfın, mutlak bir azınlığın elinde toplanması; servetin adaletsiz dağılımı, gezegenin geleceğini tehdit eden kapitalist üretim ve rekabet sistemi; bir sınıf olarak burjuvazinin egemenliğinin/iktidarının siyasal, tarihsel, toplumsal ve ahlaki dayanaklarını tam olarak ortadan kaldırmıştır. Bir sınıf olarak burjuvazinin topluma verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Artık insanlığın geleceğini tehdit etmektedir.
19. Durum böyle olunca toplumları yönetmek ve kâr yasasına dayalı sistemi sürdürmek için yeni bir meşruiyet kaynağına ihtiyaç duyulmaktadır. Yenisi bulunamadığı için eskiye, dine ve teolojik literatüre iltica edilmektedir. Dünya yeni bir ortaçağa girmektedir. Teknolojik bir ortaçağdır bu. Türkiye’nin dramının da dünyanın acılarının da kaynağı buradadır.
Merdan Yanardağ/Sol
Yorum Gönder