On binlerce kişinin öldüğü Haiti, Şili depreminden sonra ve birkaç gün önce Elazıg’da da olan 41 vatandaşımızı kaybettiğimiz depremleri anarken, yurdumuzda olan nice depremlerden 1924 Erzurum Pasinler depremindeki ilginç olaylar aklımıza geldi. Cumhuriyetin birinci yılında olan bu depremde, Atatürk’ün engin halk sevgisini, felaketlerde halkı kucaklamasını ilginç örnekleriyle irdelemek istedik.
3 Eylül 1924 tarihinde Pasinler'de (Hasankale) Hınıs, Narman ve Erzurum’u da içine alan şiddetli bir deprem olmuş. Pasinler (Hasankale) ovasındaki köylerde ve Pasinler merkezde büyük hasar oluşmuştu.
O sıralarda Karadeniz Bölgesinde gezide bulunan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Pasinler'de ki deprem ve kayıplar hakkında bilgi verilmişti. Cumhurbaşkanı, derhal geziyi yarıda kesmiş, Samsun-Sivas yolu ile Erzurum'a geleceğini deprem bölgesine dâhil olacağını haber verdi. 2 Eylül 1924 Perşembe günü Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ve mahiyetindekiler Erzurum'dan Pasinler’e hareket ettiler. Kafilede Eşi Latife Hanım, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Hamdullah Suphi (İstanbul Milletvekili), Kılıç Ali (Gaziantep Milletvekili), Rauf Bey (Rize Milletvekili), Cumhurbaşkanlığı Başkâtibi Tevfik Bey, Başyaver Rusuhi Bey, Muhafız Kıtalar Komutanı İsmail Hakkı Bey (Tekçe), Yaver Muzaffer Bey, Hususi Kalemden Memduh Bey, Vali ve diğer görevliler bulunuyordu.
Cumhurbaşkanı heyetiyle birlikte Pasinler Halkının coşkun karşılamasıyla Hasankale' ye geldi. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Hasankale' de depremin hasarını halktan öğrendi. Kış yakın olduğundan zamanında gerekli yardımların yapılması emrini verdi. Hasankale yakınındaki harap 6 köy gezildi.
Kurtarıcıyı aralarında görmenin gururunu taşıyan köylülerden biri, Atatürk’ün çok üzüldüğünü görünce, acıları ve yıkıntıları varken “esef etmeyiniz paşam. Hükümet-i Cumhuriyetimiz var olsun. Hiç bir şey istemeyiz. Onların sayesinde biz bu köyleri altından yaparız”, diye söylemiş, onu teselli etmiştir. Yoksul ama gönlü zengin yöre halkı, savaştan çıkmış devletimizin yoksulluğunu bildikleri için Kahraman Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın üzülmesini, kederlenmelerini istemiyorlardı. İşte, evleri yıkılmış, canlarını yitirmiş yöre halkı Atatürk’ü böylesine seviyorlardı.
Hasankale’den sonra Köprüköy, Yağan, Emrekom, Mindivan, Komasor, Döllek köylerine gidildi. Köylüler ile Cumhurbaşkanın harabeler arasında dertleşmesi pek samimi ve hazin olmuştur. Daha sonra Sarıkamış ve Kars tetkiklerini bitiren ve deprem yaralarını saran Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 8 Eylül 1924' te Erzurum'a dönerken son defa Hasankale' den geçmiş ve halkın coşkun uğurlamasına teşekkür etmiştir. (Resme bakarsanız, köylülerin kiminin kafasında sarık, kimininkinde fes, takke var)
KAHVEDE YA ZEHİR VARSA!
Tarih 3 Eylül 1924... Meşhur Hasankale depremi Pasin ovasını yıkıp, yakmış... Atatürk depremzedeleri ziyaret ediyor. Azap Köyü yakınlarında çadırlara konuk olan Atatürk'e kahve ikram ediliyor. Horasanlı Ahmet Bey'de Atatürk karşılayanlar arasındadır. Köylüler Ahmet Baba'ya büyük hürmet ve saygı duymakta. Bu sebepten olsa gerek, görünüşte kahveyi de, ilk olarak ona sunuyorlar. Kahveyi alan Ahmet Bey hemen kahveyi yudumluyor ve Atatürk'e dönüp şöyle diyor: "Paşam, malum sizin düşmanınız çoktur. Ola ki, size ikram edilen yiyecek ve içeceklere de hayatınıza kastedecek nesneler katılabilir diye, bizimkiler kahveyi önce bana verdiler, ben de içtim ki, size bir zarar gelmesin" diyerek, binde bir de olsa bu tavrı ile kahvede zehir olabilir imasında bulunmuş, bir yandan ikramdaki kusuru düzeltmeye çalışıyordu.
Bu içten samimiyet, içten sevgi karşısında Atatürk çok memnun olur. Diğer yandan da hatalarını fark eden ikram sahiplerinin gönüllerini alıyor. Bu kahve olayı Türk halkının Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ne kadar gönülden sevdiğini, “tek ona bir şey olmasın” diye zehirlenmeye bile ondan önce razı olduklarını gösterir.
Bu kahve olayından hemen sonra, Atatürk, kahveyi kendinden önce alıp yudumlayan zata, “okuma yazma biliyor musun, nerede öğrendin, seni kim yetiştirdi” diye sorar. O da köy imamından öğrendiğini söyleyince Atatürk, o anda orada bulunan imamı yanına çağırır ve tebrik ederek şöyle der: “İşte bu milletin sizin gibi aydın hocalara ihtiyacı var”…
DEPREMZEDE ÇOCUKLARINA KİTAP
1924 yılında Erzurum’da yaşanan büyük depremin ardından İstanbullu kitapçı İbrahim Hilmi Bey, deprem felaketzedelerinin çocuklarına o zamanın bin liralık kitap bağışlar. Bunu duyan Mustafa Kemal Atatürk kendisine şu telgrafı çeker:
“İstanbul’da Babıâli Caddesi’nde Kitapçı İbrahim Hilmi Bey’e,
Erzurum zelzele felaketzedeleri çocuklarına hediye ettiğiniz kitaplar dolayısıyla çok teşekkür ederim. Memleketin ilim ve irfanı için bu vesile ile gösterdiğiniz alakayı kıymetli buldum.
İlim ve irfan ile donanmış bir kavim her nevi felakete, tabiatten gelse bile, çare bulabileceğine işaret olan bu nevi bağışınız bütün milletçe takdire değer manadadır”.
İşte Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış TC nin İlk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, halkının eğitimine, kültürüne bu denli özen gösteriyor, saygı gösteriyordu. Türk halkı da onu bağrına basıyor, hem de yüreğine saklıyor; -aman bir şey olmasın, yani zehirlenmesin, zehir varsa ben zehirleneyim, atamıza bir şey olmasın- diye, görgü nezaketi bir yana bırakıp, bir saray çeşnibaşısı gibi kahveyi önce kendi yudumluyor, kontrol ediyordu. Savaşların, depremlerin, kıtlıkların yoğurduğu Türk halkı, şimdiki Atatürk düşmanlarına inat, işte bu denli içten seviyordu Atatürk’ü… Dünyada hangi milletin ferdi atasını bu denli sevebilirdi… Bu sevgi ta yürekten gelen bir sevgidir. Bu sevgiyi başka ne anlatabilir ki… Yüreği Türklük, halk sevgisi ile dolu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, şimdikilerin dediği gibi “ananı da al git” diye halkını azarlamak şöyle dursun, yoksulluk içinde, depremde ezilmiş halkının yoksul çadırında sevgiyle sunulmuş kahvesini içmekte; o yardım çadırında, yoksul ama yüreği sevgi dolu halkının havasını solumakta.
Erzurum ve çevresinde 1924 yılının 13 Mayısında meydana gelen depremin ardından 6 Eylülde de çok daha şiddetli ikinci bir afet yaşandı. Erzurum ve ilçelerinde 2. depremde 214 kişi yaşamını yitirmiş, 1119 hayvan telef olmuştur. Ayrıca 3 bin 787 konut tamamen yıkılmış, 2 bin 514 hane ise hasar görmüştü.
Atatürk, 13 Mayıs depremini, yurt gezisinde olduğu Trabzon'da öğrenmiş ve gezisini yarıda keserek Erzurum'a gelmeye karar vermişti. Trabzon'dan Erzurum'a gelme imkânı bulamayan Mustafa Kemal, zor bir yolculuk sonrası Samsun'a, oradan da afet bölgesine ulaştı. 30 Eylülde halk tarafından coşkuyla karşılanan Atatürk, hemen afetzedelerin yaralarının sarılması için çalışmalara başladı.
HALKA ÖRNEK OLUYOR
Erzurum'da yer sarsıntılarının devam etmesi nedeniyle vatandaşların korktuğu için evlerine girmediklerinden, Atatürk'e de kalması için vilayet konağı ve Mevki Kumandanlığı'nda iki yer ayrıldığını ancak çevresindekilerin ''ne olur ne olmaz çadırda kal'' tavsiyesinde bulunmuşlardı. Atatürk birkaç yeri çatlamış Hükümet Konağı'nda yatmakta ısrar etmiş ve bu halk üzerinde olumlu bir etki yapmıştı.
DEPREMİN YAPTIĞI TAHRİBATI GÖRMEK İÇİN
Atatürk'ün depremin yarattığı tahribatı görmek için 2 Ekimde Pasinler ilçesine gitmiş, daha sonra Köprüköy, Yağan, Emre, Buğdaylı gibi bölgelerdeki köylerde incelemeler yaparak halkın sorunlarını dinlemişi. Atatürk, Sarıkamış ve Kars'ta da incelemeler yapmış, daha sonra tekrar Erzurum'a dönmüştü.
Atatürk deprem bölgesine gelene kadar bazı çalışmalar yapılmış ama bunlar yetersiz kalmıştı. O nun bölgeye gelmesiyle depremle ilgili çalışmaların boyutu değişti. Savaş yıllarından perişan çıkan Erzurum halkı, depremle iyice sefalete sürüklenmişti. Atatürk'ün varlığı ve çalışmalarıyla devletin imkânları bölgeye hızlı bir şekilde gelmeye başlamış. Gazi, bölgedeki günlerinde ve Ankara yolculuğunda dahi bütün çalışmaları kontrol altında tutup yönlendirmiş. O'nun varlığının Erzurum insanı için hem çok büyük mutluluk olduğunu görüyoruz.
ATATÜRK DOKTORLARA KIZINCA
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, bölgede tespit ettiği ve yokluğundan dolayı sinirlendiği en önemli eksikliğin doktorsuzluk olduğunu ve bu sorun için Başbakan İsmet İnönü'ye, “ültimatomu andıran” bir telgraf göndermiş, depremden etkilenen bazı ilçelerde doktorun olmadığını görünce Başbakan İnönü'ye çektiği telgrafta “buralara acilen doktor ataması yapılmasını” istemişti.
Aslı Başbakanlık arşivlerinde bulunan 5 maddelik telgrafın son maddesi ise çok ilginçtir. Yaptığı incelemeler ve görüşmeler sonrası edindiği bilgilere telgrafında yer veren Atatürk, sivil ve askeri doktorların bölgeye gelmekten kaçınarak, İstanbul'daki sağlık kurumlarında yerleşmeyi tercih ettiklerini, İstanbul haricine tayin çıkanların da memuriyetten istifa ederek görev yerlerine gitmediğini anlatan telgrafında, İstanbul'da bulunan sivil ve askeri doktorların deprem bölgesine tayin edilmesini istemiştir. Atatürk, tayin emrine uymayanlar için de gerekli muamele yapılmasını, yapılacak en hafif işlemin ise vatan hizmetinden kaçtıkları için memuriyet ve mesleklerinden ilişkilerinin kesilmesi olacağını belirtmiştir.
Savaş yılları ve deprem felaketinin acılarıyla kıvranan bölgedeki sağlıksızlığı yakından gözleyen Gazi, aslında telgrafındaki sert ifadelerle hükümeti de ihtar etmiş oluyordu.
Mustafa Kemal sayesinde doktor sorunun da birkaç gün içinde çözülmüş, hiç doktor görmeyen bölgelere doktorlar atanmıştı.
37 GÜNDE KONUT SORUNU ÇÖZDÜ
Depremde evleri yıkılan, ahırları çöken vatandaşın kurtuluşu için kış öncesi barınma yerlerinin yapılmasının büyük önemi olduğundan, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün çabasıyla halledilmişti. Konutların yapımı için askeri de görevlendirmiş, konutlar ile barakaların yapımına hemen başlanmıştır.
Yıkılan köylerini, evlerini terk etmek istemeyenler ev yapım çalışmalarında görev almışlar; 8 Ekimde başlayan çalışmalarla 13 Kasımda evler yapılarak bölge insanının barınma sorunun çözülmüştü.
Deprem bölgesinde tamamen yıkılan okul binaları ve karakolların yerine baraka yapılmış, hasar görenlerin onarılmış, bu çalışmalar da 15 gün gibi kısa sürede tamamlanmıştı. Afetzedeler kısa sürede evlerine kavuşmaktan mutluluk yaşamışlar ve bunu Mustafa Kemal'e borçlu oldukları için depremde büyük zarar gören Pasinler ilçesi halkı yapılanlara teşekkür için TBMM'ye telgraf çekmişler, bu telgrafta Atatürk'e de duydukları minnetlerini dile getirmişlerdi.
ATATÜRK OLMASAYDI
Atatürk'ün özverili çalışmasıyla deprem bölgesinde halkın tüm yaraları kısa sürede sarılmış, afetzedeler için yapılan zeminlik ve barakaların halkın normal konutlarından daha güzel olduğunu söylemişler. Binaların eskisinden daha iyi olduğunu gören halk başka bölgelere gitmekten vazgeçmişlerdi. Çok kısa bir zamanda ve rekor sayılabilecek bir şekilde inşaatların bitilmesi, elbette Atatürk sayesinde olmuştu. Atatürk’ün bu konudaki azim ve iradesi olmasaydı 1924 deprem sonrası yaklaşan kış mevsimi nedeniyle büyük trajediler yaşanırdı.
GÜNÜMÜZLE KIYASLAYIN
1924 den, o zamanın bilgi, kültür, olanak yönünden çok daha ileri olması gereken 85 yıl sonraki günümüz Türkiye’sine, 2009 yılına gelelim. 85 yıl sonra da, artan oranda, günümüz yöneticilerinin bilime, kültüre, kitaba çok daha fazla önem vermesi gerekemez mi? Sadece şu örnekleri vererek günümüz yöneticilerinin, bilime kültüre, kitaba ne denli ilgisiz kaldıklarını, kafalarında bilim ve kültür aydınlığı yerine kin ve intikam duygularının yerleştiğini görelim:
1-Yazdığı bir kitap yüzünden tutuklanan ve halen 14 aydır içerde bulunan Ergün Poyraz’ın durumunu bir düşünün. Yargılansa serbest kalacak Ergün Poyraz bir türlü mahkemeye çıkarılmıyor. Bunun için, bu ne kin, bu ne cehalet demez misiniz? Atatürk’ün ölümünden özellikle 1950 ve de 1960 dan sonra günümüze kadar kitap yazan yazarlar ve gazetecilerin tutuklanmalarını, katledilmelerini, kitaplarının toplatılmalarını -ne ki yakılan ve imha edilen kitapları- bir düşünelim. Bir de, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, bin liralık kitap bağışladı diye takdir eden telgrafını düşünürsek üzüntüden içimiz kararır.
2-Yoksul çocuklarının, özellikle kız çocuklarının okuması için ömrünü harcayan Prof. Dr. Türkan Seylan’a yapılan haksızlıkları bir anımsayınız. Yoksul çocukları okusun diye, topladığı paraları yoksul çocuklarına burs olarak harcayan bu yürekli kültür kahramanı Türk kadına yapılan reva mıdır? Terörist çocuklarına da burs veriyor diye terör örgütüne yardım ve yataklıktan sayıp hakkında dava açılarak, hastanede kanserle pençeleşen Türkan Saylan’ı Ergenekon furyasından nerede ise sedye ile gözaltına alıp derdeste tutuklayacaklardı. Keşke okutsaydı da, teröristlerin, kanlı katillerin çocuklarını çok sayıda okutsaydı. Halkımız tarih boyunca ne çekmişse, ne çekiyorsa cehaletten çekmektedir. Türkan Saylan gibi cehalet savaşçıları, övülmeye kutsamaya layık kültür kahramanlarıdır.
Ya şimdilerde, bırakın örgütçü saydığınız yoksul halkın çocuklarını okutmak, burs vermek şöyle dursun, o çocukların babalarına “açılım” maçılım diyerek kol kanat germiyor musunuz?
O kahraman cehalet savaşçısı kadının Türkan Saylan’ın, o yoksul çocuklarına hizmet etmekten mutlu bu dünyadan göçerken, cenazesine iktidarın tek bir adamının bile katılmadıklarına tanık olduk; bir çelengi esirgemişlerdi, bırakın çelengi arkası süre, yandaş basın, iktidarın besleme gurka takımı, ileri geri dedilikodulu yazılar yazmışlardır. Kendisi çağdaş kadın görünümündeki Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, sizin konumunuzdaki başka bir çağdaş ülkenin milli eğitim bakanı, Türkan Saylan’ı “kahraman” ilan eder, madalyalar verirdi. Ama siz ve iktidarınız çok büyük vefasızlık yaptınız Türkan Saylan’a karşı. Tabanınızın mahalle baskısından yılıp onu savunmadınız, takdir etmeniz, ödüllendirmeniz gerekirken, ne ki cenazesine bile katılmadınız sanki cüzamlı sandınız. Ömrünce cüzamla ve de cehaletle savaşan bu yiğit Türk kadınına vefasızlık yaptınız. Ruhu şad olsun.
Doğunun yoksul çocuklarına kitap hediye etti diye, yayınevi sahibine teşekkür telgrafı çeken Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ile ömrünü eğitime, kültüre vermiş Türkan Saylan’ı ve de sizin vefasız tavrınız kıyaslayın, çocuklarımızın gelecekte kınayacağı tavır içindeydiniz.
Burada noktayı koyup yazımı göndereceğim sırada, Türkan Saylan’dan dolayı Kars Digor Dağpınar Beldesinde “Çağdaş Yaşam İlköğretim Okulu” isminin değiştirildiği”, okulun yapılması sırasında yapılan sözleşmede, “isminin değiştirilemeyeceği” maddesi olduğu için yargıya başvurulduğu yazısını okuyunca, şok oldum, bu ne kin bu, bu ne düşmanlık, diye düşündüm.
3-“Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), tarihin en tartışmalı ve çekişmeli yarışı sonucu yeni başkanını seçti. Bu seçimde bizi ilgilendiren, başta Amerika olmak üzere birçok batılı aydın tarafından UNESCO başkanlığı için Zülfü Livaneli önerilmişti. Bu önerilerini Türk Dışişleri’ne ilettiklerinde ise beklemedikleri bir cevapla karşılaştılar. Türk Dışişleri, ünü yurda dışına yayılmış bestekâr, yazar bir Türk aydını Zülfü Livaneli’ye karşı çıkarak, “Mısır’a daha önceden verilen bir söz ve uluslararası çıkarlar nedeni ile hem “sıranın Araplarda olduğu” gerekçe göstererek öneriyi reddetti. Seçimlerde Mısır Kültür Bakanı Faruk Hünü’yü destekledi. Düşünebiliyor musunuz, kendi aydın yurttaşını Zülfü Livaneli”yi (hem de dışarıdan aday gösterileni) öteleyip, başka devletin adayını seçiyor, TC nin yönetimi.
Daha önce, tarihte en meşhur İskenderiye Kütüphanesinin yakıldığı bu beldenin Kültür Bakanı Faruk Hüsnü, “gerekirse kitap yakarım” diyerek dünyada tepki çekmesine karşın, Dışişlerimiz onu tercih ediyordu. Dünya çapında bir kültür kuruluşunun (UNESCO’nun) başına, başka devletten, Zülfü Livaneli teklif ediliyor, bizim Dışişlerimiz onu dışlayarak “kitap yakarım” diyen bir Arap’ı aday gösteriyor. Ülkemiz adına bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl kültür anlayışı anlamak mümkün değil. Neymiş, Zülfü Livaneli eskiden CHP milletvekili ve şimdilerde Vatan’da yazıyormuş. Bu nasıl kin, bu nasıl aymazlık?
Toplumca, ondan sonra gelen yöneticilerin aymazlığı ile Atatürk zamanın kalkınma heyecanını taşıyamadık, olar gibi atılımlı olamadık. O nun ölümünden sonra, hiçbir zaman o aydınlanma devrinin devrimci ivmesini yaşayamadık. Bu yetmiyormuş gibi, Başbakan RTE ikide bir, yaptıklarını, “70 yıllık” Laik TC ile kıyaslama yapmakta; yandaş gazeteler “1923 te kuruldu, 2009 arınıyor”(Taraf) gibi başlıklar atarak, laik Cumhuriyetle hesaplaşma eğilimlerini ima etmekteler. Atatürk’ün savaştığı Emperyalizmin şimdiki temsilcileri, 300 yılda alamadıklarını, her konuda irticai tavır içinde (ve bu nedenle yüksek yargıdan ceza alan) RTE-AKP iktidarında almışlardır. Ülkemiz onlar sayesinde, IMF denilen yeni Duyun-u Umumiye kıskacına girmiştir. Yeni bir Kuvay-i Miliye, Müdafaa-i Hukuk ruhu şahlanmalıdır.
Cevat Kulaksız
NOTLAR
1-Pasinler (Hasankale) sitesinden alındı. (www.pasinlerdh.gov.tr/ana/ilcemiz/ata.htm)
2-Kitabın Gösterdiği Gerçek Taylan Özbay Y.A.R.Müdafaa-i Hukuk Kasım 2009 sayı 134 sf 58
3-http://ilhank.blogcu.com/1924-erzurum-depremi-ve-ataturk/370589 Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ethem Atnur
4-Milliyet 3.12.2009 sf 13
5-Kitabın Gösterdiği Gerçek Taylan Özbay Y.A.R.Müdafaa-i Hukuk Kasım 2009 sayı 134 sf 58
Yorum Gönder