Haydi tartışalım; eleştirisiz demokrasi olur mu? - Ruhat Mengi

Acaba ne zaman “eleştirisiz demokrasi olamayacağı” gündeme gelecek ve tartışılacak diye bekliyorum ama o gün hiç gelmeyecek gibi görünüyor. Cüneyt Özdemir’in haklı bir tepkisi oldu, onu bile yeterince duyamadık. Özdemir’in deprem bölgesinde yaptığı röportajlar Başbakan Erdoğan’ın “Olayları çarpıtıyorlar” dediği medya eleştirileri içinde yer alınca o da durumu açıklamış. Diyor ki; “Ben olayları saptırmadım, gördüğüm her şeyi aktardım. Depremde evi yıkılmış, yakınlarını kaybetmiş 50-60 yaşındaki köylüler eğer ‘yardımın yetersizliğinden yakınarak’ karşımda omuzları sarsıla sarsıla ağlıyorlarsa görevim o köylülerin çaresizlik gözyaşlarına bakıp ‘acaba Başbakan ne der’ diyerek arkamı dönmek değildir. Tam tersine o gözyaşlarını daha yere düşmeden alıp kamuoyunun ve Başbakan’ın önüne koymaktır”.

Eğer bu hükümetin yerinde Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent Ecevit veya Turgut Özal hükümetlerinden biri olsaydı ya da Kemal Kılıçdaroğlu hükümeti olsaydı Cüneyt Özdemir aynı röportajları yayınlamayacak mıydı? Hiç şüphe yok aynen yayınlayacaktı, iyi bir gazeteci görevini yaparken hangi hükümetin olduğuna veya hükümetin ne düşüneceğine bakmaz, demokratik sınırlar içinde, basın ilkelerine sadık kalarak gördüklerini aktarır, yorumunu en tarafsız şekilde yapar. Ama elbette eksiklerden-ihmallerden-hatalardan iktidarlar sorumlu olduğu, hele de olaylarda can kaybı veya büyük sıkıntılar söz konusu ise daha fazla sorumlu olduğu için eleştiriler genelde iktidarlara yönelir.

DEPREMDE DE, TERÖRDE DE..

Örneğin; deprem sonrasında şimdi müteahhitler hakkında “ağır cezaların verileceği” davalar açılıyor, bu olumlu bir gelişme ama demokratik bir ülkede “o müteahhitlerin yaptığı çürük binaların neden zamanında denetlenmediği, binaların ‘en büyük depremlerde bile can kaybı olmayan’ ülkelerdeki standartlara getirilmediği, deprem bölgesi olduğu bilinen yerlerde gerekli alt yapının, yeterli çadır-battaniye, hatta hemen kurulmak üzere prefabrik yapıların’ neden hazır tutulmadığı”, hükümetin ve belediyelerin sorumluluğu da tartışılır. Aynı şekilde terör saldırılarında can kaybına neden olan bir ihmal veya siyasi hata varsa onlar da tartışılır. Yolsuzluk, medya ve yargı üzerinde siyasi baskı gibi konular “HANGİ HÜKÜMET DÖNEMİNDE OLSA” tartışılır.

Medyanın görevi, bir daha benzer hataların yapılmaması ve mevcut durumda da çözümlerin hızlanması için konuları en açık şekliyle gündeme getirmek, kamuoyu ile paylaşmaktır. Gazeteciler bunu yaptığında, konu ne olursa olsun “olayları çarpıtıyorlar” demek yerine (ki her konu da çarpıtılmaz ya) bu eleştirilere kulak vermek çok mu zor bir hükümet için? Akıllı bir hükümet bu tepki ve eleştirilerden “gerçek demokrasiye sahip Batı ülkelerinde olduğu gibi” yararlanmalı değil midir?

İtalya’da örneğin, medya kuruluşları Başbakan Berlusconi’ye dava bile açtılar, hükümet o gazete veya dergilere baskı yapmayı denedi mi, deneyebilir mi? Demokrasinin bir numaralı şartı “bağımsız basın”a, halkın sesine dokunmak veya onları özgürce kalem oynatamaz hale getirmek, “yazdıkları yazı ve kitaplardan dolayı” gazetecilere terörist muamelesi yapmak hangi Batı ülkesinde mümkündür?

UĞUR DÜNDAR BİLE GİDERSE..

Can Dündar; Uğur Dündar’ın çalıştığı kanaldan ayrılması ve şu anda ekrana çıkmaması ile ilgili olarak; “Durup seyretmeye devam edersek, bir gün sıra hepimize gelecek. Alkış seslerinden zaten kendi sesimizi duyamaz olduk” demiş...

Toplumun en çok sevdiği, en yüksek izlenme oranına sahip haber programları hiçbir ülkede ve Türkiye’de bugüne kadar kesilmemiştir, düz mantıkla bakın; hangi kanal en çok reklam gelirini sağlayan programı keser? Tam aksine bu tür programlar kanallar arasında transfer yarışına neden olurlar. Ama son yıllarda “dünya televizyon tarihinde görülmemiş” bu durum, büyük izleyici kitlelerinin tepkileri bile dinlenmeden Türkiye’de gerçekleşti.

Aynen başarının zirvesinde gazetecilerin gazetelerinden, başarılı televizyoncuların hele de Uğur Dündar gibi “haberlerini yöneterek ve sunarak çalıştığı kanalı yıllarca zirveye taşımış, reytingini kat kat arttırmış” bir ustanın ekranlardan uzaklaştırılması ve üstelik inanılmaz şekilde “aynı gün başka kanallara transfer olmaması” gibi.. Daha önce benzeri Tansu Çiller hükümeti döneminde görülen bu baskıcı tablo televizyonun, basının doğasına aykırıdır.

Ve tabii bunun en önemli nedeni gazete ve televizyonların hemen tamamının; “sadece gazetecilik yapmayan, iş dünyasında olan”, bu nedenle de siyasi baskılara direnmesi mümkün olmayan sahipleri olmasıdır. Peki, demokrasinin olmazsa olmazı medyanın bu hale gelmesi, gazetecilerin hissettiği ağır baskı, başarılarının ödülü olarak(!) işlerini, hatta özgürlüklerini kaybetmeleri o demokrasiyi tartışılır yapmaz mı?

YENİ ANAYASADAN ÖNCE..

Elbette yapar, nitekim son yıllarda tüm AB raporlarında Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının “medyanın siyasi baskı altında olması nedeniyle, cezaevindeki çok sayıda gazeteci nedeniyle” yara alması ciddi şekilde eleştiriliyor. Her ne kadar bazı eski büyükelçiler filan bu raporları hafife alan konuşmalar yapıyorlarsa da AB’ye girmek isteyen (istiyorsa tabii) bir ülkenin üst üste gelen bu uyarılara boş vermesi mümkün değildir.

Hükümet; “daha özgür ve demokratik olması gerekçesiyle” yeni bir anayasa istediğine göre anayasadan önce medyanın özgürleşmesini sağlamalı, artık eleştirilere, yorumlara, bunları yapan deneyimli gazetecilere öfkelenmek ve engellemek yerine bu eleştirilerden yararlanmayı düşünmelidir. Bir iktidar, demokrasi ve özgürlük konusundaki samimiyetine ancak böyle inandırabilir!

Ruhat Mengi/VATAN

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget