Halk ve Devlet - Emre Kongar

Her toplumsal ya da doğal felaket bir toplumun ana sorunlarını bir kez daha gözler önüne serer!
Van-Erciş depremi de öyle yaptı.
Ama önce olumlu bir nokta ile başlayalım:
Depremden yararlanarak “kimlik siyasetini” ve “nefret söylemini” ön plana çıkaranlar derhal genel bir tepkiyle karşılaştılar.
Öyle anlaşılıyor ki, gerek medya mensupları, gerekse politikacılar artık “kimlik siyaseti” ve “nefret söylemi” konularında hassas davranmaya başlamıştır.
Özellikle MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin ayrımcı ifadeleri lanetlemesi ve bunları “büyük bir densizlik ve soysuzluk olarak” gördüğünü belirtmesi çok doğru bir davranıştır.
***
Depremin ortaya çıkardığı müzmin sorunlarımızı ise Erciş’teki manzaranın resmini çizen Mehmet Ali Birand dün çok iyi anlatıyordu.
Birand’ın çizdiği resmin çarpıcı fırça darbelerini aşağıya aldım:
“Yüzlerce insanın bir kamyonu yağmaladığını gördüm.
Kamyon şoförü kaçmaya çalışıyor, bırakmıyorlar. Üstüne atlıyorlar, içerideki çadırları kapıyorlar. Dışarı çıkaramayınca, kamyonun tentelerini yırtıyorlar….
Çadır kamyondan çıkıp aşağı indirilince bu defa bambaşka bir kavga başlıyor…
Çadırı bu defa başkaları kapmaya çalışıyor. İşte o zaman tam kavga çıkıyor…
Bürokrasi beceriksiz, halk talan içinde...
Van depreminin belki de tek zayıf halkası çadır ve battaniye idi. İlk 2-3 gün işler bir türlü yerine oturamadı…
İhtiyacı olanlar, evleri yıkılanlar, evleri yaşanamayacak durumda olanlar ve korkanlar; soğukta ve sokakta kalmamak için çadır arıyorlar.
İhtiyacı olmayan veya 2-3 tane peşinde koşanlar ise ya hayvanlarını koymak ya da başka nedenlerle kullanmak için çadır avına çıkanlardan oluşuyor.
İnsanların gözü hiçbir şey görmüyor.
Belki de yapımız böyle...
Hırsızlar cirit atıyor...
Hasar gördüğü için boşaltılan veya yarı yıkılmış binalarda bir başka talan yaşanıyor. Ölümü göze alıp içeri girenler, değerli ne varsa alıp çıkıyorlar. Sırf bunu önleyebilmek için evlerinin kapılarında oturup nöbet tutan kadınları gördüm…
İşin daha da acısı, yıkıntılarda çalışan kurtarma ekiplerine yardım eden bazı sivillerin aynı zamanda hırsızlık yapmalarıydı. Bazıları yakalandı, bazıları kaçtı gitti…”
Birand gelecek için de hiç iyimser değil:
“Çürük binalar... Depreme dayanıksız binalar... Kontrolsüz yapılmış apartmanlar... Depremin vuracağı bilinmesine rağmen, tehlikeli bölgelere yapılan binalar... Dere yataklarına yapılan binalar...
Eminim yarın yine aynı yerlerde binalar yapılacak...
Eminim yarın yine çürük binalar inşa edilecek...
Bundan dolayı da insanlarımızı kaybedeceğiz... Yine ağlayacağız... Yine çadır veya yardım kavgası yapacağız.
Galiba bizim talihimiz bu...”
Bu satırlara, bu yapılanmaya izin veren yedi yıllık belediye başkanının milletvekili seçildiğini, halkın valiye isyan ettiği ve polisin gaz kullandığı haberini, bugüne dek toplanan deprem vergilerinin nereye gittiği sorusunu ve çadırların satıldığı iddialarını da ekleyelim…
Ortaya çıkan resmin özeti şu:
Koyduğu kuralları uygulayamayan bir devlet…
Kuralsız bir devlet içinde, yaşama içgüdülerinin bencilliğine ram olmuş bir halk.
Halkın devleti denetleyemediği bir düzen…
Devletin halka yol gösteremediği bir yapı...
Ve biz buna “Demokrasi(!)” deyip “Kaderimize küsüyoruz!”
Oysa “Demokrasi” ne devletin sopasıdır ne de halkın yağması:
“Demokrasi” halkın denetlediği bir devlet, bu devletin koyduğu kurallar ve bu kuralları koruyan güvenlik ve adalet mekanizmalarıyla işler.
Kurallar işlemez, güvenlik ve adalet mekanizmaları tarafsızlıklarını yitirirse işte o zaman ya sopa ya da yağma veya daha kötüsü ikisi birden egemen olur!

Emre Kongar/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget