Kısa süre önce MİT olayı ile su yüzüne çıkan AKP - cemaat koalisyon kavgası, F.Gülen cemaatine çok imaj kaybettirdi. AKP’ye yakın duran Star, Yeni Şafak, Sabah grupları, yanı sıra kamu medyaları TRT ve AA, cemaatin imajını sarstılar. Bir anda fitne-fücur bir oluşum gibi algılama söz konusu oldu cemaat ile ilgili. Bunun üzerine önce Zaman Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, cemaate artık “camia” demek gerektiğini yazdı, ama bu etiket pek kabul görmedi. Hummalı bir halkla ilişkiler çalışmasının ardından cemaati temsil eden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yeni imajı deklare etti. Bundan böyle “cemaat”ten, “hizmet hareketi”, uluslararası arenada da “hizmet mouvement” olarak söz edilecek…
Gülenciler, böylece politik dinci bir oluşumdan çok, “sivil” yanı ön planda olan bir “gönüllüler topluluğu” olduklarına inandırmak ve oradan sempati toplamak peşindeler. Bu “kurumlaşma” çabası Gülen sonrası için de hazırlık. Eğitim hizmeti yine ön planda olacak, TUSKON üstünden Afrika, Ortadoğu, Avrasya pazarlarına “hizmet” karışımı sermaye ihracı ile enternasyonal İslamcılık hattı üstünden gelişme sürdürülecek.
***
RTE’nin aşırı güçlenmesi, “Hizmet” için bir tehdit. Cemaatten öteki koalisyon ortağına doğru kaymalar yaşanıyor. Hele ki para-pul söz konusu olunca. Bu durumda “Hizmet”in, hareket için bir tutkal olması beklentisi var. Ama, RTE’nin kendine yonttukları henüz hazmedilmiş değil. Nitekim Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yayımladığı bildiride siyasete yönelik hedeflerin ipuçları da var; “Hiçbir partinin ajandasının takipçisi değiliz… Hükümetin yetkilerini paylaşma peşinde değiliz” denilmesine karşın, ne MİT dosyası kapanmıştır ne yeni anayasa beklentisi. Cumhurbaşkanlığı’ndan Gül’ün ekarte edilmek istenmesi ise hiç sineye çekilmemiştir. Yargıdaki güçle, Ergenekon, Balyoz ve KCK’de gevşeme yaşanmaması için hassasiyetler yükseltilirken özel yetkili mahkemelerine ve Terörle Mücadele Yasası’na dönük salvolara karşı savunmacı bir hattın safları da sıkılaştırılmaktadır. Dahası, AKP’ye, vazgeçilmez değilsin mesajı da gönderilmiştir son “Hizmet” bildirisinde şu cümlelerle…
“…siyasi partiler demokratikleşme gibi konularda daha geri duruma düşerlerse Hizmet’e itibar eden insanların ilgili partilere yönelik tavırlarında değişim kaçınılmazdır.”
***
Son günlerde “Hizmet”in lansmanını, AKP ile barış çubuklarının yakılması diye yorumlayanlar oldu. Oysa hükümete yakın çevreler, MİT dosyasının fitilinin henüz sönmediğini hatırlatıyorlar. Yeni Şafak yazarı Abdulkadir Selvi, 28 Mart tarihli “MİT Dosyası” başlıklı yazısında dosyada yer alan ithamlara yer verdikten sonra dosyanın esasta, AKP hükümetinin açılım iradesini yargıladığını vurguluyor, şöyle devam ediyordu:
“Yani savcılar hükümete dönüp, sen ne hakla açılım sürecini başlatırsın diye hesap soruyor. Hakan Fidan’ın şahsında MİT’in yaptığı görüşmeleri, Emre Taner’in temaslarını, Afet Güneş’in müzakerelerini değil, Başbakan Erdoğan’ın iradesini yargılamayı esas alıyor. Ama burada yargılanmak istenen bir hükümetin açılım iradesi.”
Peki MİT’çilerin sorgulanmasına RTE izin vermezse ne olur? Savcıların Danıştay’a gitmesi bekleniyor mu? Selvi’nin yanıtı pozitif: “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tavrına rağmen yakalama kararı çıkaran savcıların bunu göze alacağı düşünülüyor...”
***
MİT dosyasının akibeti merakla beklenirken Kürt sorunu karşısında şahin duruşu hiç değişmeyen “hizmet hareketi”, açıklanan 193 sanıklı İstanbul KCK İddianamesi’nin de Ergenekon ve Balyoz’da olduğu gibi yakın takipçisi. Bu iddianame de özel yetkili savcıların hazırladığı birçok iddianame gibi, ciddi hukuk açıkları olan bir metin. Davanın sembol isimleri yayıncı Ragıp Zarakolu’na ve Prof. Büşra Ersanlı’ya isnat edilen suçların dayanakları, daha doğrusu çürük ve zayıf dayanakları yine dudak uçuklatıyor; Ragıp Zarakolu hakkındaki değerlendirme şöyle:
“Şüphelinin PKK/KCK terör örgütünün şehir merkezindeki yapılanmalarına ve dağ kadrosuna eleman yetiştirme merkezi gibi işlev gören Siyaset Akademisi’nde ders verdiği, bu faaliyetin yalnızca bir eğitim faaliyeti olarak görülemeyeceği, sınıflarında ve koridorlarında örgütün ölen ve halen yaşayan militanlarına ilişkin fotoğraflar ve örgüt lideri Öcalan’ın posterleri bulunan bir mekânın normal bir eğitim yuvası gibi kabul edilemeyeceği, Türkiye ve dünyadaki gelişmelerden konumu gereği haberdar olan ve aynı zamanda araştırmacı-yazar olan şüphelinin terör örgütü eğitim yuvası olduğunu algılamamasının akıl ve mantık kurallarıyla çeliştiği...” İddianamede, Zarakolu’nun verdiği iddia edilen derslerde, ne dediği ve bu dediklerinin hangi yasa maddesini ihlal ettiğine dair tek bir sözcük yer almıyor. Mekân tarifi ile ve BDP’nin “Siyaset Akademisi”nin işlevine ilişkin savcının kendi sübjektif değerlendirmesinden yola çıkılarak Ragıp’ın “örgüte bilerek isteyerek yardım etmek” gerekçesiyle 15 yıl hapsi isteniyor.
Prof. Büşra Ersanlı, bilindiği gibi, BDP Parti Meclisi üyesidir. Ersanlı’nın bu konumundan hareketle “örgüt yöneticisi olmak”tan 22.5 yıl hapsi isteniyor. İddianamede, Ersanlı’nın herhangi bir terör olayıyla ilişkisinden söz edilmiyor, PKK, KCK ve BDP’yi eşitleyen ve BDP’den “PKK/KCK ile organsal bağı” olan bir parti olarak söz eden iddianame, BDP’nin kapatılmasına da yön gösteriyor.
Böyle bir iddianameyi AKP iktidarının, davulu sırtlarında taşıyanların, içeride ve dışarıdaki eleştirilere karşı uzun uzadıya göğüslemeleri kolay değil.
Kürt sorunu, AKP - cemaat koalisyonunda yeni çatlakların bahanelerinden biri olmaya devam edecek görünüyor.
Yorum Gönder