Günlerden 6 Nisan 2012 Cuma. Sanatçılar Girişimi’ndeki yazar, çizer, tiyatrocu, oyuncu, ressam, şair, müzikçi arkadaşlar, hep birlikte Silivri Cezaevi’nin tellerle çevrili yollarında yürüyoruz. Derdimiz hukuka aykırı, gördüğümüz her davaya katılmak. Benimse aklımda tek bir şey var, Balbay’la şöyle bir kucaklaşmak. Bu arada belleğin önlenemez unutkanlıklarına rağmen anılar gelip beni buluyor. Oysa aradan tam otuz üç yıl geçmiş, o yıl doğan çocuklar şimdilerde internette sörf yapıyor ve dışarıda büyüleyici bir ilkbahar ışığı.
Ve ben 12 Eylül sonrası Davutpaşa Kışlası’nın önündeki bir kış gününü anımsıyorum.
Kar insafsızca, hiç durmadan yağıyor. Geçici tutukevi yapılan Davutpaşa Kışlası’nın aşağı giriş kapısındayız. Tutukevi olarak kullanılan ana bina tepede; girişten oraya en az üç kilometrelik bir yol var.
Okulların yarıyıl tatili üç gün önce başlamış. Bu nedenle görüş yerinde adlarını yazdırmak için bekleyenler arasında çocukların sayısı artmış. Her yaştan çocuk, insafsızca yağan karın altında, apaçık, rüzgârlı bir arazide saatlerdir bekliyor.
Bekliyoruz. Kadınlar ve çocuklar saatlerdir bekliyoruz. Mahkûm yakınlarını yukarı, tutukevinin oraya götürecek üç cemseden ikisi cezalandırılmış. Bu nedenle gidiş geliş tek cemseyle yapılıyor. Bu saatler süren bekleme ondan.
Çocukların ayakları, elleri buz kesti. Annelerin, bacıların, anneannelerin sözleri, hikâyeleri onları avutmuyor artık. Sıcak bir yer özlüyorlar. Aylardır göremedikleri babalarını, ağabeylerini çok özlediler ama şimdi görmeseler de olur, yeter ki, sıcak bir yere kavuşsunlar.
Karın altında çaresizlik diz boyu. En fazla yirmi beş kişi alan tek cemse tepeden usul usul iniyor. Vakit iyice ilerlemiş. Saatlerdir bekleyen mahkûm yakınlarının büyük bir kısmına sıra gelmeden “görüş saati bitti” denilecek ve bekleyenler özlem dolu yürekleri bir kez daha acımasızca burulmuş, evlerinin yolunu tutacaklar.
İçimizde biri var ki, o mutlaka babasını görmeli. Henüz on beş günlük. Mavi gözleri hâlâ yumuk, ellerini güç açıyor ve hiç sesini çıkarmadan o da saatlerdir bekliyor. Babası, onu bugün ilk kez görecek. O henüz ana karnında üç aylıkken babayı tutukladılar. İşkencelerden geçirdiler. Baba bütün aşağılanmalara, bütün fizik acılara onu düşünerek katlandı. Şimdi tepede, tutukevinde en iyi giysilerini giymiş, saçlarını taramış ve elinde kendi ördüğü yeşilli, allı bir bere küçük kızını bekliyor. On beş günlük küçük kızını.
Ama böyle giderse baba küçük kızını göremeyecek. Dayanamıyorum, ben saatlerdir eşimi görmek için bekledikten sonra görmeden dönebilirim ama bu on beş günlük küçük kız babasıyla mutlaka buluşmalı. Çünkü babasının belki de yıllarca sürecek mahpusluğunda bugünün önemi büyük. Baba bunca işkenceye bu nedenle dayanabildi, küçük kızının yüzünü görebilmek için dayanabildi.
Dış kapıda adlarımızı yazan yüzbaşıya cemselerin neden cezalı olduğunu soruyorum. Yüzbaşı, gayet net bir biçimde, gece mahkûmların fazlasıyla gürültü yaptıklarını, iki cemsenin de bu nedenle cezalı olduğunu söylüyor. Cemseler, az ötede ağaçların altında duruyor ve biz bekliyoruz.
Yüksek sesle, “cemseleri cezalandırmanın bizi cezalandırmak olduğunu, görüş hakkımızın açıkça gasp edildiğini” söylüyorum. Yüzbaşı şaşırıyor. “Bağırmadan konuşun lütfen” diyor. “Verilen emir değiştirilmez, o cemseler cezalı ve siz bekleyeceksiniz.”
“Başka bir araç bulun” diyorum, “cezalı olmayan bir araç. Aramızda çocuklar var, hiç olmazsa onlar babalarını görsün!” Sesim mutlaka yüksek çıkıyor ama artık ip koptu. Bu arada arkamda, yanımda, sağımda, solumda sesler duyuyorum.
“Aman sakin ol. Adamları kızdırma.”
“Ne yapalım biz de önümüzdeki hafta görüşürüz.”
“Sana mı düştü, cemselerin hesabını sormak. Şimdi hepimizi cezalandıracaklar.”
Evet çok iyi anımsıyorum, bu sözleri duyduğumu çok iyi anımsıyorum. Önce şaşkınlık gelip buluyor beni, ardından derin bir hayal kırıklığı. Herkes sessizce beklemek yanlısı.
Sessizce beklemek.
Ne yapalım bu böyle, on beş günlük kız çocuğu babasını göremeyecek.
Birden bir şey oluyor, cezalı iki cemse hareket ediyor ve bulunduğumuz yere gelip duruyor. Çoluk çocuk sevinç içinde cemselere binip tepeye yollanıyoruz. Herkes gülüyor, herkeste inanılmaz bir sevinç.
Ben suskunum. Birden bir el omzuma vuruyor. On beş günlük kız çocuğunun annesi.
“Sağol” diyor, “iyi ki, sen susmadın. İyi ki, susmadın.”
Ve cemseler tutukevinin kapısında bizleri bırakıyor.
Dün Silivri Cezaevi’nin önünde görüş için bekleyen analar, babalar, kardeşler ve çocuklar vardı, değişen tek şey cemseler yoktu.
(*) Bu hikâye 12 Eylül 2004 yılında gazetemizde yayımlanmıştır. Daha iyisini yazamam.
Yorum Gönder