Sevgili okurlar; geçen haftayı yüreğimiz ağzımızda geçirdik. Yüksek Seçim Kurulu’nun BDP tarafından desteklenin 7 bağımsız milletvekili ile ilgili aldığı “adaylık iptali” kararı bir anda ülkemizi cehenneme çevirdi. Ne yazık onca çatışma ve yakıp yıkma sonunda bir gencin ölümüyle de sonuçlanan olaylardan sonra YSK aldığı kararı tamamen “iptal” etti ve seçim süreci şimdilik tekrar normal sürecine girdi. Bakalım bundan sonra ne olacak?
Hep hülle yapılıyor
YSK’nın iptal kararı çok tartışıldı. Açıkçası ilk kararın hukuka uygun olup olmadığı konusunda kesin bir yargım yok. Çünkü eski ve yeni yasalar bibirine girince hangi durumun daha doğru olduğu konusunda bir karara varmak, üstelik hukukçu olmayınca çok zor. Ancak büyük tartışmaların sonunda krizin yine “hülle” yoluyla aşılması hoş değil. Sonuçta istenen karara dönüldü ama bu arada hukuk kavramı ne kadar yara aldı, onu saptamak zor.
Terör tehdidi etkisi
Sonuçta YSK kararından geri adım atmış ve durumu bir eksikle “ilk günkü duruma” getirmiştir ama, bunun alınan karara yönelik eleştiriler nedeniyle değil, bir siyasi parti ve yandaşlarının yarattığı terör tehdidi ile gerçekleştiğini de itiraf etmek zorundayız. Eğer BDP’liler başta Güneydoğu olmak üzere tüm ülkede bir terör dalgası estirmeselerdi, YSK’nin geri adımı mümkün olabilir miydi? O zaman kimse “hukuk masalları” anlatmaya kalkmasın.
Terörü lanetlemek
Bundan önce de yazdım, yine yazacağım. Terör lanetlemekle gerilemiyor. Daha da ötesi “Terörle hiçbir yere ulaşılmaz, terör akıttığı kanda boğulur” söylemi yanlıştır. Tam tersine, terör aslında istediği hedefe mutlaka varıyor. Sadece insanlar bunu terörü lanetleyerek kabul ediyorlar ve sadece içlerini rahatlatıyorlar, lanetler yağdırarak vicdanlarını temizliyorlar. Yoksa terörün başarıya ulaşamadığı bir yalandan başka bir şey değildir.
PKK terörü de böyle
PKK terörü “resmi olarak” ortaya çıktığı 1984 Eruh baskınından bu yana lanetleniyor. Bugünün sözde demokratları bu süreçte PKK terörü için ne başlıklar attılar, neler yazdılar, ekranlarda neler söylediler, hepsi ortada. PKK terörünü “Katiller, köpekler, alçaklar, bu kanda boğulacaksınız” diye lanetleyenler herhalde bugünlere geleceğimizi tahmin etmiyorlardı. Ama gerçek ortada. Terör Türkiye’de aslında bir zafere imza attı.
Şimdi de oldu
İşte YSK kararından sonra da gördük ki, terör sopası koca bir ülkeyi dize getirebiliyor. YSK’nın iptal kararı hukuka aykırı olabilir. Karar yanlış olabilir. Ama geri alınmasında bunların hiçbirin önemi yoktu. Tek korkumuz terörün bütün ülkeyi sarması ve asla geri dönemeyeceğimiz bir yola girilmesiydi. Herhalde YSK’ya sadece bu açıdan baskı yapıldı, “Türkiye kan gölüne dönecek” denildi. Yargıçlar da insan. Başka ne yapabilirlerdi ki?
Korkuyla nereye kadar?
Tabii burada şu soru akla geliyor: Bugün krizi böyle aştık. Peki yarın başka bir krizle karşılaştığımızda ne yapacağız? Haydi diyelim ki YSK kararı hukuka aykırıydı ve bu bahaneye sarılarak olayın “terör ve şiddet boyutunu” görmezden geldik. Yarın hukuka da uymayan bir durumla karşılaştığımızda yine şiddet ve terör sopası ortaya çıkarsa buna da mı boyun eğilecek? Türkiye’yi bundan sonra şiddet ve terör yaratma gücü olanlar mı yönlendirecek?
DYP’nin başına gelen
YSK’nın hukuka aykırı karar aldığına ilk kez tanık olmadık. 2002 seçimlerinden sonra seçimlere katılan DEHAP’ın oylarının geçersiz olduğuna karar verilmişti. DEHAP oyları iptal edilince ortaya ilginç bir manzara çıkmıştı. Çünkü bu oylar yok sayılınca partilerin oy oraları da değişmiş ve DYP zaten 67 bin oyla altında kaldığı yüzde 10 barajının üzerine çıkmıştı. Bu durumda 66 DYP milletvekilinin Meclis’e girmesi gerekiyordu.
66 milletvekili giremedi
Anayasa Mahkemesi’nden bu karar çıktıktan sonra konu Yüksek Seçim Kurulu’na gitti. Kurul istese 66 DYP’liyi Meclis’e sokar, AKP ve CHP’den 66 milletvekiliğinin düşürülmesine karar verirdi. Ama konu kapalı kapılar arkasında pazarlığa açıldı. O günün siyasi güçleri “AKP sıkıntıya girmesin” diye ret kararı verilmesini istediler. YSK da DYP’nin 66 milletvekiline geçit vermedi. Bugün demokrat kesilenlerin o gün hiç sesi bile çıkmamıştı.
Sokaklara dökülseydiler
Şimdi düşünüyorum da o tarihte DYP’liler ülkenin her tarafında sokaklara dökülseydiler, ortalığı yakıp yıkmaya, polisin üzerine dozerlerle yürümeye kalksaydılar, bu karardan dönülür müydü? Ya da Meclis’e girmesi gereken 66 milletvekili DYP’li değil de DEHAP’lı olsaydı karar yine ret mi olurdu? Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesine yarayan YSK kararının da ne kadar hukuki olduğunu tartışmaya bile gerek görmemiştik.
Ve geldiğimiz nokta
Sonuçta, BDP’nin terör sopasını iyi kullanarak tüm Türkiye’yi dize getirdiği manzarası ortaya çıkmış oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kısım vatandaşının bu sopayı kullanmasına boyun eğmiş gözükmesi önümüzdeki dönemde ciddi sorunlar yaratacaktır. Arkasına büyük kalabalıklar alan her siyasi görüş hesabını bu yolla görmeye kalkabilir ki, işte o zaman işin içinden nasıl çıkacağımızı kim tahmin edebiliyor acaba?
Erdoğan’ın sessizliği
Hemen her konuda ve her gün açıklamalar yapan Tayyip Erdoğan, YGS’de olduğu gibi YSK kararları konusunda da sessiz kaldı. Bir AKP’li siyasetçi sohbet sırasında “Tayyip Bey milliyetçi oyları küstürmek istemiyordur” yorumunu yaptı. Peki seçimlerden sonra ne olacak? Yeni anayasa çalışmaları sırasında Erdoğan’ın çekindiği “milliyetçi oylar” satıldıkları izlenimine kapılmayacaklar mı? Çift taraflı siyaset herhalde çok zor zenaat.
Kürsülerden tahrik
Sevgili okurlar; Tayyip Erdoğan’ın “2-3 bin liseli yürütmekle olmaz, biz de karşılarına 10 bin kişi koyarız” sözlerinin yankıları sürerken, konuya bu kez MHP lideri Devlet Bahçeli de girdi. Bahçeli de “Bin Bozkurt’tan” söz ederek “Bu kadarımız bile yeter” dedi. Seçime doğru, üçüncü şahısların “durumdan vazife çıkarmasına” vesile olacak söylemler herhalde hiç de akla yakın değil. Siyasetçilerin biraz daha dikkatli ve özenli olmaları gerekir.
Ve Bozkurt cevabı
Başbakan Erdoğan’ın Bahçeli’nin bu çıkışına yanıtı ise siyasi tarihimizde pek görülmeyen sertlikte ve hatta kabalıkta oldu. “Ben eşref-i mahluk, yani insanla dolaşırım” demenin ne anlama geldiğini akıl fikir sahibi herkes anlamıştır. Siyasette, geniş kitleleri de içine alan bu kadar ağır ve kırıcı bir ifade kullanmanın ne anlamı olabilir? Bunun yaratacağı sakıncaları ve hatta çatışmaları Başbakan hiç mi hesap etmiyor. Ülkeyi böylesine gerginleştirmek kimseye bir şey kazandırmaz.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Yorum Gönder