LİSANS üstü de dahil, yükseköğretimin çeşitli alanlarındaki sınav rezaletlerinden sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz: Vatandaşın evladını iyi okutup iyi yetiştirmek için katlandığı mali özverinin toplamı eğer ortaöğretimin köklü bir değişimden geçirilmesi için harcanmış olsaydı, bu ülke çoktan nitelikli bir yükseköğretime kavuşmuş olurdu. Hem de akılcı ve eşitlikçi bir giriş sistemi olan, bilimsel bir alan seçişle, daha iyi insan yetiştiren bir yükseköğretime.
Ama, olmadı ve tam tersi yapıldı: Meslek yüksekokullarını özerk kalması gereken üniversitelerin içine sokarak, üniversiteler düzeyindeki gelişmeyi nitelikten niceliğe çevirip olur olmaz yerlerde üniversite açarak, üniversite sistemini özerklikle ilgisi olmayan bir YÖK mekanizmasına bağlayarak, YÖK gibi bir merkezi kuruluşu yükseköğretimi ülkedeki insan gücü gereksinimine uygun bir planlama birimi olarak geliştirmek yerine acayip sınavlar kargaşasına sokarak. Evren’li Doğramacı döneminin büyük yanlışı, ortaöğretimde köklü değişimden geçmemiş bir ulusal eğitim sisteminin tepesine ilk bakışta devrim gibi görünen yanlış bir yükseköğretim mekanizması oturtmak olmuştur.
Oysa, yükseköğretimde asıl devrim, 1940’ların ortasında Hasan Âli Yücel’in gerçekleştirdiği “üniversite reformu”yla yapılmıştı. O reformun tamamlanması, yine o reformun getirdiği özerklik kavramını sürdürerek yapılmalıydı. Bu ise üniversitelerin, nicel insan gücü planlamasına ters düşmeden kendi aralarında oluşturacakları özerk bir ortak kuruluşa bırakılabilir ve onun uzaktan, gevşek ve uygar niteliksel gözetimine emanet edilebilirdi.
Ortaöğretim, sayısal açıdan olmasa bile, nitelik ve sistem açısından son yıllarda en ihmal edilmiş alanlardan biri oldu ve neredeyse tam bir ticaret istilasına uğradı. O açıdan bakınca, eskiden misyonerlik uzantısı sayılan ya da Batı kültürüne düşkünlük olarak eleştirilen yabancı dil ağırlıklı resmi ve özel liseler bu istila karşısında parlayan birer öğretim yuvası sayılır duruma gelmiştir. Asıl kangren, zayıf ortaöğretimle yükseköğretime giriş sınavları arasına sıkışmış bir gençliğin sığındığı dershaneler furyasındadır.
Dershane kurucularına ve oralarda görev alanlara da yüklenemezsiniz. Onlar, ilgilerini ve bilgilerini başka alanlar yerine yine de “bir çeşit öğretim”e aktarmış oldukları için kutlanmalıdırlar bile. Suçlama parmağı, onlara değil, kangreni yaratan ve hâlâ başka ameliyatlar peşinde koşanlara yönelmelidir.
Dolayısıyla, yükseköğretim basamaklarındaki ya da hemen öncesindeki genç seçmenler ya da özellikle evlatlarını iyi okutup iyi yetiştirmek için ağır özverilere katlanan olgun seçmenler, 12 Haziran kampanyası boyunca bütün partileri ve adayları ulusal eğitimin çeşitli aşamalarına ve sorunlarına ilişkin tutumlarına göre değerlendirerek oy kullanmalıdırlar. Toplumun geleceği, ülkeyi bu eğitim kargaşasına sokmuş olanlar ile kargaşadan kurtarma güvencesi verebilir görünenler arasında yapılacak bir tercihe bağlıdır.
Yorum Gönder