Başlangıç yıllarından beri sürekli katıldığım, son üç yıldır sürgünde hasretini çektiğim İzmir Kitap Fuarı’nın candamarı sevgili kitapseverler...
Gazetelerin kitap eklerindeki fuar
etkinlik programlarının arasında dalıp giderken kendimi çektim, kaleme sarıldım...
Saat 02.15... Sırtımı dayadığım kalorifer dilimlerinden ölü bir sıcak, tam karşımdaki demir kapıdan diri bir soğuk geliyor.
Ama hiçbiri içime işlemiyor.
İçimde, hayalimde canlandırdığım fuarın kitap-kitapsever dolu salonları var.
Yazıya oturunca tamamen anlatmak istediğim konunun iklimine giriyorum. Sanki az sonra aranıza ben de katılacakmışım da biraz geç kalmışım.. Her zamanki gibi! Öylesine bir heyecanla doluyum. İçim kıpır kıpır.
Beş kez hücre değiştirdiğim Silivri zindanlarında bir kez daha duyumsadım ki, o salonlar benim aşkım.
Bir terzi nasıl bir çocuğun bayramlığını arife gününe yetiştirme sorumluluğu hissederse, öyle bir duyguyla kitap fuarlarına yeni eser yetiştirmeye çalıştım.
O, bana verdiğiniz bir ev ödeviydi sanki.
***
Yine aynı duygudayım.
Ülkesini seven, bedenini esir alsalar da ruhunu kimseye teslim etmeyen bir aydın için sürgünler, sürgün verme yeridir.
Esirevleri, eserevidir.
Silivri toplama kampının birinci yılı dolduktan sonra sürecin uzayacağını hissedince üç kitaplık bir çalışma programı yaptım. “Silivri üçlemesi”nin birincisini İstanbul Kitap Fuarı’na, ikincisini de Bursa ve İzmir Kitap Fuarı’na yetiştirme ödevi verdim kendime.
Hapiste çalışma disiplini çok da sıradan bir şey değil; ayrıntılarını Ataol Behramoğlu’na sorun.
Her iki kitap da planladığım zaman diliminde tamamlandı. Üçüncüsü de benden çıktı, fırında.
Zulümhane çocuğu, Zulümname’den olma üçüncü kitapla ilgili sorumluluğumu yerine getirmiş olmanın huzuru içindeyim. Ama üçüncü biraz değişik, ne anaya benziyor ne babaya!
***
Meslek heyecanımın doğum yeri İzmir’in aydınlık insanları,
Karşı karşıya kaldığım ağır siyasal saldırı, benim de aynı yöntemle karşılık vermemi gerektirdi.
Balbay, yine kitap fuarlarında telaşlı bir heyecanla size koşan Balbay...
Balbay, yine kitap imzaladığı herkese sıcak bir selam vermezse, adındaki, soyadındaki sözcüklerle oynamazsa içi rahat etmeyen Balbay...
Bu özü bozmadan yeni bir mücadele alanına yelken açmaya hazırlanıyorum.
1977 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne kaydımı yaptırmak üzere iki yanı ağaçlık yoldan Bornova’ya giderken kendime şu sözü vermiştim:
“Kardeşim Balbay, bu okulu birinci bitir.”
1981’de birinci bitirdim.
Ne zaman kendimce önemli bir işe girişsem aklıma bu anım gelir.
Şimdi fuarın bütün kitaplarına dokunarak kendime şu sözü veriyorum:
“Kardeşim Balbay, siyasi yaşamda da dirseğin hep insanlara değsin. Halktan hiç kopma. İzmirliler izin verirse gideceğin yerin, Mustafa Kemal’in, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir’ dediği yer olduğunu unutma.”
Güncel tartışmaların ayrıntısına girmek istemiyorum ama memlekette ileri demokrasi o kadar ileri gitti ki, evrensel hukukta hüküm giymeyen insanlar için geçerli olan masumiyet karinesinin yerini mahkûmiyet karinesi aldı.
Gelinen noktada, bu yöndeki bütün saldırılara karşı kendimi İzmirlilerin vicdanına emanet ediyorum.
Orası benim özgürlüğüm.
Güzel bir haziran sabahı buluşmak, kucaklaşmak, İzmir’in Kavakları türküsüyle coşmak umuduyla...
Yorum Gönder