Beton Mezar mı, Mezar Kent mi? - Erol Manisalı

 Beton Mezar mı, Mezar Kent mi?

İstanbul’da yeni yapılan ve Avrupa’nın en yüksek binası olduğu söylenen yapının en tepesindeki seyir terasına çıkıp şehre tepeden baktım.
Bir taraftan Boğaz’ın Marmara’dan girişini görürken kafamı sola çevirdiğimde Karadeniz’e kavuşan kuzey ucunu seyredebiliyorum. 40-50 yıl öncesine oranla ormanları ve yeşil alanları vahşi rantçılar tarafından büyük ölçüde işgal edilmiş olsa bile yine de hâlâ güzel. Ama seyir terasından güneye baktığınız zaman bir beton ormanı ile yüz yüze geliyorsunuz.
Mevcutlar yetmiyormuş gibi mantar gibi türeyen ve bulutlara ulaşma yarışına giren sayısız saldırgan gökdelenler yeni sur duvarları gibi her sokağın başına dikiliyorlar, İstanbul’un soluğunu kesiyorlar.
Aralarda küçük yeşil alanlar görüyorum. En irisi Zincirlikuyu Mezarlığı. Levent Gazetesi’nin Ocak 2011 sayısında okumuştum; bir araştırmacı yazmış, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın yerini 1930’lu yıllarda Atatürk belirlemiş. Keşke diyorum Ata’mız, bir tane değil, İstanbul’un içine 10-15 tane Zincirlikuyu Mezarlığı yaptırsaydı, hem de en merkezi yerlerde.
Mezarlıklar sayesinde şehrin yarısı yeşil alan ve orman olurdu; saldırgan beton yığını gökdelenler her sokağa giremezlerdi; insanlar, içinde piknik yapmasalar bile bugün keyifle, öbür dünyaya doya doya göz kırparlardı.
Bu dünyada mutlu olabilmek için “öbür dünya ile komşu olmak ve onun yanı başında yaşamak artık hayallerimizi süsler hale gelmiş. Aklımızı kullanamadığımız, planlayıp yapamadığımız için öbür dünyaya şehrin merkezinde fazlaca yer ayırarak bu sorunu çözmeye çalışmak bile plansızlığın kanıtı değil mi?
Ve bir kitap...
Zincirlikuyu’nun bitişiğindeki Essporto’nun terasında önümdeki muhteşem mezarlık manzarasına bakıp doğanın tadını çıkarırken çantamda bir gün önce postadan çıkan bir kitap vardı; Turizm ve Mimarlık Sempozyumu (Mimarlar Odası Antalya Şubesi Yayınları, 2011).
Kasım 2010’da Kent Kültüründe Turizm ve Mimarlık üzerine yapılmış bir sempozyumun tebliğ ve tartışmalarını içeren 224 sayfalık kapsamlı bir kitap. Akademisyenler, kent planlamacıları ve belediyelerin katılımları ile oluşan bir eser.
Kent kimliği ve planlaması turizm ve mimarlık boyutlarıyla ele alınmış ve incelenmiş. O yüksek binanın seyir tepesinden İstanbul’un betonarme ormanlarını seyrederken Kasım 2010’da yaptığımız toplantıda bir başlığın eksik kaldığını düşündüm:
Kent planlaması ve mimariye mezarlıklar asli bir ana başlık olarak konmalı; kentler planlanırken en merkezi yerlerine geniş geniş mezarlık alanları düşünülmeli. Hatta kente yeni göçenler köylerindeki eski büyüklerinin mezar taşlarını da beraber getirmeliler. Kent merkezinde mezarlık olarak planlanan alanlar uzun süre boş kalmamalı. Yoksa kimi uyanıklar ve rant hırsızları, dolmayan mezarları işgal ediverirler.
Galiba bir Aziz Nesin fıkrasıydı; Karadeniz’den KKTC’ye yerleşmeye giden bir vatandaş babasının mezar taşını da yanında götürmeye kalkmış. Bu taş, toprağın tapusu gibidir diye düşünüyormuş meğerse.
Aslında kent planlamasında mezarlık konusu çok önemli.
Düşününüz, 10 milyonluk bir kentin yarısı mezarlık. Yani yarısı, ormanlık ve yeşil alan;
- Koca kentin havası temiz kalacak.
- İki vatandaştan biri orman manzaralı eve, daireye sahip olacak.
- Zelzele ve benzeri felaketlerde insanların kendilerini korumalarına imkân yaratılacak.
- Ölen yakınlarını daha sık ve daha kısa yoldan ziyaret olanağı doğacak.
Kahire’deki ‘Mezar Kent’
Benim önerimin asimetrik bir örneği Kahire’de mevcut. Yıllar önce Kahire’ye konferans vermek üzere davet edildiğimde şehri gezdiren rehberim beni Mezar Kent’e götürdü. Kahire’nin içinde eski mezarlıkların bulunduğu geniş bir alan. Ama burada canlılar yaşıyordu. 40-50 bin insan aileleriyle birlikte eski mezarlara yerleşmişlerdi.
Mezarlık bu fakir insanların evi, mekânı olmuştu. Daha ölmeden mezara girmişlerdi sanki. Kahire’deki Mezar Kent bugün de sürüyor. Hem de nüfusu artmış olarak.
Benim önerim tamamen farklı; yaşayan insanların mutluluğu için kentte yeşil alan yaratma düşüncesi. Ancak buradaki varsayım şu; mezarlıklar saygı duyulan mekânlardır. Kimse, bu mezarlıkları yok edelim de yerine gökdelenler dikelim demeye cesaret edemez.
Ancak bir arkadaşım bana Erol Hoca o kadar da fazla emin olma; saldırgan rantçılar bir gün gelir mezarlıkları bile inşaat alanına çeviriverirler deyiverdi.
Bugünü kurtarmak için ölenlerden medet ummak ne büyük bir ironi? Ama bir de bakarsınız, Yenikapı metro kazılarında rasgele ortaya çıkıveren zenginlikler gibi, ilk İstanbullular 8 bin 500 yıl önce yerleşmişler, iskeletleri mezarlıklarında bulunmuş; bilimsel kanıtlar bunlar. Roma, Bizans, Osmanlı mı dediniz? Onlar daha dünkü çocuklar.
Kent planlamasında biz yine de mezarlıklara önemli bir yer ayıralım, 3-5 nesil de olsa, insanlığın ve doğanın ayakta kalabilmesi için.
***
Ve Bedri Baykam, Türkiye’nin çağdaş ve aydınlık yüzünü temsil eden, uluslararası alanda tanınmış sanat insanımız Baykam’a gıcık olup ona bıçakla saldıran zihniyet, Cavit Orhan Tütengil’i, Uğur Mumcu’yu, Hrant Dink’i ve diğerlerini katleden zihniyetle aynıdır. Aydınlığı, çağdaş değerleri ve demokrasiyi arayan bilim ve sanat insanlarına, yazarlarına saldıran toplumlar, en büyük zararı kendilerine vermiş olurlar.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget