Merkez Bankası’ndaki rezerv ‘kâr’ değildir - Can Ataklı
ANALİZBaşbakan Erdoğan seçim gezilerine Bayburt’tan başladı. Doğaldır, 8 yıllık iktidarı boyunca yaptıklarını anlatıyor. Ama her seferinde Cumhuriyet dönemi ile son 8 yılı kıyaslamaya çalışması, propaganda açısından fazla düşünmeyi sevmeyen kitleler üzerinde etkili oluyorsa da, aslında hem çok yanlış hem de çok sevimsiz.
Başarıyı Cumhuriyet dönemi ile kıyaslarken, Cumhuriyet döneminin kazanımlarını ve bugünlere getiren altyapısını bir kalemde çizip atmak, hele hele Cumhuriyet dönemi kazanımlarını yok pahasına satmak ne anlama geliyor onu da anlatması gerek.
Bu konuyu defalarca dile getirmeye çalıştım zaten, bir başka dikkat çekici noktaya bakmak istiyorum.
Erdoğan dün Bayburt’ta da söyledi, daha önce de söylemişti. Kitlelerin karşısında konuşurken “Merkez Bankası’ndaki döviz rezervini” anlatıyor.
Göreve geldiklerinde Merkez Bankası’nda 27 milyar dolar olduğunu, oysa şimdi kasamızda 92 milyar dolar bulunduğunu söylüyor.
Bunu kitleler nasıl algılar? Türkiye 8 yılda çok çalışmış, çabalamış, tasaruf etmiş ve kasasına 97 milyar koymuş zanneder.
Oysa gerçek bu değil ki. Merkez Bankası döviz rezervi ülkenin “kârı” veya “tasarrufu” anlamına gelmez. Merkez Bankası kasasında duran para Türkiye’nin “dış borçlara karşı güvencesidir” ve bu para yine “borç alınarak” o hesaplara yatırılmaktadır.
Döviz rezervi dünyada dolaşım geçerliliği olan para birimlerinden olur. Bugün en geçerli döviz Amerikan Doları‘dır. Euro da aynı işlevi görmektedir. Döviz rezervi özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemlidir. Bu ülkeler döviz rezervlerini yüksek tutmaya çalışırlar ki, böylece güçlü ekonomileri olduğunu göstererek yabancı yatırımcılar için ülkelerinin güvenli ve cazip olduğunu kanıtlamak isterler.
Türkiye de bugüne kadar döviz rezervlerini dış borç miktarına göre yüksek tutmaya çalışarak yabancı sermayeye güven vermeye çalışmıştır.
Yine sıradan vatandaşlar “döviz rezervi” denilen paranın Ankara’daki Merkez Bankası kasalarında durduğunu sanır. Bu da gerçek değildir. Döviz rezervi başta ABD olmak üzere dünyanın değişik ülkelerindeki banka hesaplarında korunur. Türkiye bu paralardan faiz geliri de sağlar.
Kısacası “sıcak para” denilen sistemle yüzde 20 faizle alınan borcun bir kısmı yüzde 1 gibi düşük bir faizle bu bankalara yatırılır. Yabancı bankalardaki bu “rezerv para” hiçbir harcama ya da yatırım için kullanılmaz, kullanılamaz. Bu para dış borçlar için garanti olarak tutulur.
O parayı başka işte kullanmaya kalkarsanız, yabancı yatırımcı güvensizlik hissine kapılarak yatırımlarını geri çekmeye kalkar.
Yani, sizin dış borcunuz ne kadar yüksekse “garanti” olarak tuttuğunuz “döviz rezervi” de o kadar yüksek olmak durumundadır. Dış borç 200 milyar dolarken garantiniz 27 milyar dolar olur ama dış borç 500 milyar dolarken, döviz rezervinizi 27 milyarda tutamazsınız. Çünkü bu miktar Türkiye’ye yatırım yapan yabancılar için güven verici değildir. Bu durumda rezervi de yükseltmek zorundasınız.
Dış borç 1 trilyon dolara çıkarsa, rezervi bu kez 90 milyarlarda tutamaz, 150 milyar doları bulmak zorunda kalırsınız.
Erdoğan ya da bu konuşmalarını yazan danışmanları bu durumu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Amaç geniş kitleleri doğru olmayan bilgilerle yanıltmak ve sayede oy kazanmak olunca Tayyip Erdoğan canı istediği gibi konuşuyor. Ekonomi konularına, bakkal hesabı dışında aklı ermeyen milyonlarca kişi de “vay be amma da çok tasarruf etmişiz” diye sevinç çığlıkları atarak çılgınca alkışlıyorlar.
*****
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Bu kompleksten kurtulun
Başlıktaki sözlerim bazı okurlara. Elbette okurla kavga edecek, Başbakan gibi “ayar vermeye” kalkacak değilim. Ama bazen öyle mesajlar geliyor, internet sitesindeki yazımın altına öyle yorumlar konuyor ki, yazmadan edemeyeceğim.
Okur mesajlarının tamamını kendim okuyor ve elimden geldiğince de hepsini yanıtlamaya çabalıyorum. Öyle ki içinde ağır küfürler olan mesajlara bile karşılık veriyorum, elbette aynı üslubu kullanarak değil.
Bazen ağır küfürler eden kimi okurlardan daha sonra özür bile geliyor hatta bazılarıyla o andan itibaren daha düzeyli biçimde yazışmaya bile başlıyoruz.
Eleştirilere asla karşı değilim, çünkü olumlu da olsa olumsuz da olsa bu eleştiriler bana ışık tutuyor. Bunu da sürekli izleyen, beğenen beğenmeyen, her okurum biliyor.
Kompleks dediğim şu; bir yazı yazıyorum, okurdan mesaj ya da yorum geliyor “Erdoğan’ı eleştirmişsin, aynı sözü Kılıçdaroğlu söylese eleştirmezsin ama.”
Bu tür mesajları okuduğumda gülümsüyorum çünkü belli ki yazdığıma karşı çıkamıyor, eleştirecek bir şey bulamıyor, çaresizlik içinde “başkası için yazmazsın ama” refleksini gösteriyor.
Sırası gelmişken bir konuyu daha yazayım. Kimi okurlar da kendi görüşlerine göre “Zamanında aynısı Tayyip Erdoğan’a yapılmıştı. O zaman bir şey yazmadın” diye sanki o günü biliyormuş gibi yazıyor.
Bu okurlarıma bu tür yorumları yazmadan önce eskiden yazılanlara dönüp bakmalarını tavsiye ederim. Hepsi internette var nasıl olsa.
*****
BUNU YAZMAK GEREK
AKP kaynak bulur, CHP bulamaz!
Seçim kampanyalarının en etkili kelimelerinden biri kaynak. “Kaynak” kelimesinin kaynağı da AKP. Çünkü CHP ne zaman ekonomik bir vaadini öne sürse, AKP ve yandaşları koro halinde “Kaynağını nereden buluyorsun, kaynağını?” diye bağırmaya başlıyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu dün partisinin seçim bildirgesini açıklarken bol bol vaatlerde bulundu. Şimdi göreceksiniz yine “kaynak” tartışması başlayacaktır. Tabii her nedense AKP’ye “kaynak nerede?” sorusu hiç sorulmuyor. Onlar bir şekilde bulup buluşturuyorlar. Tam “üzümünü ye bağını sorma” örneği.
Geçenlerde bir TV kanalı “merkez sağ oyları da çeksin” veya “İzmir’e otoyol yapacağı için sempati toplar” diye düşünülerek İzmir adayı yapılan eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı çıkardı ekrana.
8 yıl sonra nihayet İzmir de akıllarına gelmiş olacak ki, Yıldırım bu ile yapılacak yatırımları açıkladı. Otoyollar, tren hatları, Türkiye’nin en büyük limanı Yıldırım’ın bir çırpıda sayıverdiği vaatlerdi.
Binali Yıldırım bunları söyledikten sonra CHP’nin vaatlerini eleştirdi ve “kaynağı nasıl bulacaklarmış?” diye sordu. Sunucu doğal olarak “peki sizin kaynağınız nedir?” diye sorunca Binali Yıldırım çok veciz bir cevap verdi: “Proje olursa kaynak da olur.” Sonra da bakanlığa geldiğinden bu yana 115 milyar liralık projeyi gerçekleştirdiklerini söyledi.
Anlaşılan Yıldırım’ın sözünü ettiği kaynak “borçlanmak” oluyor.
Sıcak para sistemiyle aşırı faizle borçlan, kimin cebine ne kadar avanta girdiğine bile bakmadan, aklına esen projeyi hayata geçir, sonra bunu Türk halkına ödet, ardından da “projem varsa kaynağım da var” diye gururlan.
*****
İslam’ı daha iyi tanımak isteyen İngilizler, İstanbul’da bir ay Müslüman gibi yaşıyormuş. İhale kapmak için Müslüman gibi yaşayan yandaşlar kendilerine çok şey öğretebilir! (Gani Yıldız)
Yorum Gönder