Zor Günlerde - Oktay Akbal
Zor günleri vardır kişinin. Yaşamadığı günler... Bir ot gibi yararsız buluruz kendimizi. Soluk alamazsın nerdeyse! Baksan göremezsin! Görsen anlayamazsın! Bir anlam yitip gitmiştir. Yaşamından bir şey eksilmiştir. Ararsın ararsın bulamazsın onu. Ne olduğunu da bilemezsin.
Yazarlar çok sık yaşarlar bu hali. Yapılacak tek iş, çıkıp gitmektir başını alıp... Bilinmedik yerlere. Uzun yolculuklara çıkmalı. Bizi tanımayanların arasında dolaşmalı. Yabancı bir kente inmeli bir sabah vakti. Bavulun elinde bir istasyondasın. Tek bir yüz bildik değildir. Sesler dıştandır, uzaktandır. Bir yol tutturur yürürsün, bir otel odası, bir yatak, bir ayna... Yabancı bir gazete alır, o kentin, o ülkenin havasına girersin. Kendinin dışındasındır. Bir başkasısındır. Uzaklarda bir yerde senden bir parça dolanıp durur, seni arar. Sen binlere bölünmüşsündür, paramparçasındır. O yabancı kentte avare avare dolaşan bir tek parçandır senin. Sana en düşman ya da en dost parçan...
***
Olmuyor... Çıkıp gidemiyoruz kendimizin dışına. Odamızın, evimizin, günlük işimizin dışına bile! Nerde, atlayıp trene, uçağa çekip gitmek! Kaçmak kendimizden. En büyük düşmanımızdan; kendimizden. Korkuları, yenilgileri, umutsuzlukları atmak bir yana. Kırmak bir çemberi dört yandan. Özgürlüğe kavuşmak, kavuştuğunu sanmak...
Şimdi bir büyük yabancı kentte olmalıydım. Geçmişte ne varsa unutmalıydım. Adımı bile... Nerden geldiğimi, geride neler bıraktığımı, neden kaçtığımı, hepsini... Yeni bir insan olarak yeni bir yaşama atılmalıydım. Hiçbir şey beni geçmişe döndürmemeliydi. Bomboş olmalıydı içim. Olmuyor: Kendimizi götürüyoruz nereye gitsek beraberimizde! Bir yer var, orada yalnız olacağız. Dünya korkularından uzak. Ölümden ötede...
***
Bir mektup aldım Ankaralı bir okurdan. “Pek suya sabuna dokunmuyorsunuz gibi geliyor bize” diyor. Su nerde, hani sabun? Var mı, kaldı mı bunlar? Kaldı mı ki dokunabileyim. Ateş var yalnız elimizi yakan, içimizi kavuran. Su ne güzeldir oysa! Bulursanız... Suya sabuna dokunmaktan kaçınıyor muyum? Belki. Ama susuz sabunsuz edemez kişi. Bir süre uzak kalsa da, insanoğlu içini dışını, ancak suyla sabunla yıkayacaktır. Ateşleri söndürür içte dışta yanan. Söndürmezsek o ateşleri, kül olur içimiz dışımız sonra. Küller kaplar her yeri, yaşarken gömülürüz o kül yığınına. Yaşam dışına çıkmaktır bu da. Yok yok, su da gerek, sabun da... Suya da dokunmalı, sabuna da... İşte böyle. Uzatın elinizi, işte bu su, bu da sabun. Dokundunuz işte.
***
Evet, yazmamalı. Hiçbir şey yazmamak. Hele kişinin kendine düşman olduğu bu zor günlerde. “Yazmak bir hırs mı?” Sait’in dediği gibi. Kalemi yontarak yazmak, yazmadan duramamak.
Kendinizi bir başkasına, yakın saydığınız birine anlatmak, duyurmak. Dağlarca gibi “Bütün antenlerimi germişim” demek, diyebilmek. Ses alıp ses vermek, mors işaretleri gibi. Hiç değilse bunları duyurmak okuruna, kendine... Bu kadarcık şey için yazmaya değer mi? Susmak, daha soylu, daha kutsal belki... Ama biz yazarız. Yazmak, yaşamak ya da yaşamamak, hangisini istersiniz! Yazabildiğin kadar yazmak... Kendimize kızsak da, kendimizden kaçsak, kaçmaya kalkışsak, kaçamasak da...
***
Evet, zor bir gün bu. Ne dediğimi bilmediğim. Anlamlı, anlamsız ışıkların içimde yanıp söndüğü. Kendime kızdığım. Niye yazdığıma kızdığım! Yaşama kızdığım. Her şeyden koptuğum...
(“Konumuz Edebiyat” Yıl 1970)
Yorum Gönder