Sanatın Onuru, Sanatçının Onuru… - Zeynep Oral
Görkemli tiyatro salonunun sahnesinde minicik boylu kocaman yürekli bir adam…. Utangaç bir gülümsemeyle salona bakıyor. Elleriyle adeta yalvarırcasına lütfen oturun diyor… Tüm salon onu ayakta alkışlıyordu.
Birkaç gün önceydi. St Petersburg’da Alexandrinsky Tiyatrosu’ndaydık. Dünyanın dört bir yanından gelmiş tiyatro sanatçıları, tiyatro uzmanları, yazarlarıydık. Avrupa Tiyatrosu Ödülleri çerçevesinde Onur Ödülü Rusya’nın efsanevi Taganka Tiyatrosu’nun kurucusu, yöneticisi, düş ve düşünce üreticisi Yuri Lubimov’a veriliyordu. Ve o afacan çocuk edasıyla “Benim için ayağa kalkmanız, tüm ödüllerden daha değerlidir” diyerek teşekkür ediyor, oturmamızı istiyordu.
Yuri Lubimov, (doğumu 1917) Sovyetler Birliği’nden, Rusya Cumhuriyeti’ne, ülkesinin geçirdiği her aşamada ve bu sürecin her anında tiyatrosunun bağımsızlığını, özgünlüğünü ve özgür ruhunu hep yaşatmış bir yönetmendir. Bir ara ülkesini terk etmek zorunda kalmasına karşın, doğru bildiğinden ödün vermeyen bir sanatçıdır.
Alexandrinsky Tiyatrosu’nda, bir zamanlar Dostoyevski’nin oturduğu koltukta şimdi o oturuyordu. Ödül töreninde yaptığı konuşmada bir çırpıda sanatına yönelik tehditleri sıralarken (savaş, işgal, diktatörlük, şu ya da bu akım, rejim baskısı, vb.) bütün bu süreçte benimsediği tek ilkesini vurguladı: İnsan onurunu, sanatçı onurunu, sanatın onurunu korumak…
***
Bugün Stalin’i, yıkımlarıyla, katliamlarıyla anıyoruz. Hitler’i de öyle…
Yuri Lubimov’un hangi devlet başkanı zamanında ülkesini terk etmek zorunda kaldığını, hangisinin döneminde perdesini kapamamak için en büyük savaşı verdiğini, hangi kültür bakanının ya da emniyet müdürünün ona kan kusturduğunu anımsayan yok. İnanın Rusya’da bile yok…
Ama sanat dünyasında Lubimov adı, sadece tiyatroya getirdiği yeniliklerle, kazandırdıklarıyla, bu sanata kattıklarıyla değil, insan onuru kavramıyla bütünleşmiş bir ad… Bundan böyle de hep öyle kalacak.
Çünkü sanatın doğasında, sanatın özünde onur var. Yıkıcılığın, yok ediciliğin laneti, sanatın onurunu ortadan kaldırmıyor, kaldıramıyor!
***
Bugün Taliban denilince akla ilk gelen yine yıkım, yine yok ediş…
Korkarım ki ileride bir gün torunlarımız ya da onların çocukları, belki de “Hani bir başbakan vardı, beğenmediği ve ucube dediği bir heykeli yıktırmıştı, neydi onun adı” diye birbirlerine soracaklar.
Tıpkı artık asla Melih Gökçek’in yakasından düşmeyen “sanatın içine tüküren adam” gibi, Recep Tayip Erdoğan da “Bizim Taliban” diye anılır olacak.
Yazık. Çok yazık…
Yazık demem şundan:
Seçim yatırımı, milliyetçi oylar, İslami referans, “estetik” kaygı ya da dediğim dedik baskısı, gözdağı verme çabası; istediğimi yaparım, meydan okuma, ayağınızı denk alın, tehdit, baskı…
Mehmet Aksoy’un Kars’taki heykelini yıkma kararlılığı hangi sebeple olursa olsun, sanatın ve sanatçının onurunu böylesine yok saymak utanç verici. Yıkıcının, yok edicinin alnından o utanç, o leke asla silinmeyecek.
***
Kars Belediyesi’nin yaptığı yıkım ihalesini 272 bin liraya alan Avşin Ltd. Şti, çalışmalara başlamış…
Fotoğrafları gördünüz elbet: İskeleler kurulmuş… Kesim aletleriyle parçalanacakmış “İnsanlık Anıtı” .
Kara saplı bıçaklar saplanmış heykelin ve yaratıcısının bağrına. Kelepçeler sarmış boğazını… Taş can çekişiyor. Demir, çelik, kanıyor.
Daha bitmemiş heykel yıkılmaya çalışılıyor.
Daha doğmamış çocuğu, ana rahminde boğazlıyor, boğazlamaya çalışıyor “istemezük” , heykeli de, insanlığı da, dostluğu, dayanışmayı da istemezük, o nedenle yıkıla diye buyuran zihniyet!
Ancak yine de: Yıkıcılığın laneti, sanatın onurunu ortadan kaldıramıyor!
Yorum Gönder