Kendi kafalarına sıktılar!
OdaTV davasında yargılanan gazeteci Ahmet Şık, soruşturmanın “soruşturulduğu iddia edilen
yapı ile mücadele eden” gazetecilere uzanmasıyla bütün inandırıcılığını yitirdiğini ifade etti
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Vatan’dan Ruşen Çakır’a verdiği röportaj tüyler ürpertici. Alenen “son duruşma ikimizi tahliye etmek için yapıldı” diyor Şık röportajın bir yerinde:
“Hiçbir değişiklik yok ve bence son duruşma sadece ikimizi tahliye etmek üzere yapıldı. Bu çok kötü bir şey. Bu durumdan çok utandım. Biz Nedim ile sevinemedik bile. Yanımızda Hanefi Avcı var, Barış Pehlivan var. Barış genç bir çocuk. Yeni evli, karısına çok aşık bir adam ve en önemlisi 1 yıldır içeride. Bir yandan seviniyorsun bir yandan utanıyorsun. Çok berbat bir ruh hali...”
Bu durumda bir kere daha sormak gerekmiyor mu:
İçeridekilerin suçu ne, isimlerinin “Ahmet ve Nedim” olmaması mı!
Müyesser Yıldız, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu... Sırf “imaj”dan mı cezaevi köşelerinde çürütülüyorlar yani!
***
İddianameyi okuyan çoğu kişinin hemfikir olduğu üzere “gazetecilik faaliyeti” nden ötürü yargılanan Şık’ın medya analizi de ibret verici. Tahliyesinden sonra söylediği ve çok tartışılan sözlerden açılıyor konu, “söyledim, söyledim, bir daha istesem de söyletmezler” diye düşünmüş meslektaşlarıyla ilgili:
“Orada ‘Canlı yayındayız’dendiğinde bunu söylemem lazım diye düşündüm. Orada beni kesemeyeceklerini biliyordum. Çünkü normal olarak bu medya beni canlı yayına çıkartıp konuşturamaz...”
***
Ama bence röportajın en çarpıcı yeri Şık’ın “Ergenekon” adıyla piyasa sürülen operasyonlar-soruşturmalar-davalar dizisinin bütün inandırıcılığını kaybettiğini savunduğu şu sözleri:
“Bir arkadaşım bana ‘seni alacaklar abi’ demişti. Ben de ‘haklısın, sanırım alacaklar’ dedim. ‘Dilerim ki Ergenekon’dan suçlamazlar’diye de eklemiştim. Niye diye sorduğunda arkadaşım ‘o zaman kendi kafalarına sıkmış olurlar’ diye cevap vermiştim. Çok da iddialıyım ve halen aynı şeyi söylüyorum. Ergenekon bir derin devlet mi, ki bence değil. Bütün çabam bu soruşturmanın bir derin devlet soruşturmasına dönmesidir. Eğer öyleyse tüm hayatım bu yapıyla mücadele etmekle geçer. Arkadaşlarım, akrabalarım öldürüldü. Bu yapıyla benim aramda tırnak içinde bir kan davası var. Bu konuda da durduğum yer çok net. Kendi kafalarına sıktılar. Gerçekten bunu yaptılar. Bu çok hayırlı bir tutuklama oldu. Demokrasi mücadelesi dediğiniz şey bu kadar hukuk dışı soruşturmalarla gelmez.”
odaTV iddianamesini okuyup da, gazetecilere “bu yazıyı neden yazdın” diye hesap sorulmaya kalkışıldığına tanık olduğumuzda hepimiz aynı şeyleri düşünmedik mi! Gazetecilerin suçlanma gerekçeleri, hepimize, -fiilen 2007’den beri- işleyen sürecin kendi kendini imha ettiğini düşündürmedi mi!
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, “bir kısım medya”nın değil “gazetecilik ilkelerinin” dokunulmazlığını savunmakla görevli olduğu için beklediğim cevabı alana kadar sormaya devam edeceğim. Güncelliğini kaybetme ihtimali de yok, Türkiye’de bu soruyu her gün “yeniden” sormaya yarayacak malzeme bol... İşte sonuncusu, Başbakan Erdoğan’ın Güney Kore gezisine götürdüğü gazetecilerle çektirdiği fotoğrafa bakın:
Görebildiğim kadarıyla Hürriyet, Zaman, Star, Sabah, Yeni Akit, Yeni Şafak, Habertürk, Bugün ve Türkiye gazetelerinin temsilcileri var kadroda...
Yeniçağ neden yok?
Birgün neden yok?
Sözcü neden yok?
Aydınlık neden yok?
Cumhuriyet neden yok?
Yurt neden yok?
Daha geçen hafta akreditasyon uygulaması yüzünden TSK’yı kınayan TGC, resimle belgeli akreditasyonundan sonra Başbakan’ı da kınayacak mı?
Veya bu yazının yazıldığı saate kadar neden hâlâ kınamadı?!
BASINDAN SEÇMELER
Biraz da vicdanları büyütmeyi deneyin
Bir internet sitesi... Tecavüz haberi veriyor. “Bartın’da ilköğretim öğrencisi 14 yaşındaki Ç.K.’ya tecavüz ettikleri gerekçesiyle 22 kişi gözaltına alındı.”
Haberin hemen altında bir ilan:
“Beyler, anında 7 cm uzamak mümkün. Nasıl mı? Tıklayın!”
Pes!
***
Milliyet’in manşetine yerleşen haber, Bartın’da bir köy ilköğretim okulunda okuyan Ç.K.’nın, son dönemde durgun ve içe kapanık hale geldiğini yazıyor.
Durumdan kuşkulanan okul yönetimi bir uzman psikolog eşliğinde küçük kızla görüşmüş.
Ç.K.’nın “Tecavüze uğradım” demesi üzerine soruşturma başlatılmış. 22 şüpheli gözaltına alınmış. 18’i küçük kıza tecavüz iddiasıyla mahkemeye sevk edilmiş.
10 yıl önce de Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç. 26 kişinin tecavüzüne uğramış, mahkeme sanıklara alt sınırdan ceza verirken “Kız kendi istedi” demişti.
***
Çoğumuz bu işi yapan adamları çocuk tenine susamış canavarlar sanıyoruz.
Konuştuğum bir adli tıp uzmanı, “Hiç de öyle değil” demişti:
“Tersine, tecavüzcüler genellikle sıradan insanlar... Bazen çoluk çocuk sahibi bir aile reisi... İşinde gücünde munis esnaf, mahallenin delikanlısı, hatta komşumuz...”
Ne oluyor da, o munis adam bir toplu suç ayininde kızı yaşındaki çocuğa uçkur çözebiliyor?
Bu soruma aldığım cevap şuydu:
“Tecavüzcü, öfkeden saldırır. Tecavüz, nefretin erotize olmuş formudur.”
Neye öfke?
“Ailesine... Mazisine...”
Tecavüzcüyü biz yetiştiriyoruz aslında...
Çoğu, çocukluk yıllarında cinsel saldırıya, fiziksel istismara maruz kalmıştır. Bunun yarattığı derin kişilik sorunlarını hayat boyu ruhunda taşımıştır.
Anti-sosyaldir, ama fırsat bulduğunda ya da alkol zihnini kararttığında derinlerde sakladığı öfke silahını çeker ve saldırır.
Kendine geldiğinde mazereti hazırdır:
“Kız kendi istedi.”
Mahkeme, “Evet, bence de” diye onaylar.
***
Böyle bakınca tecavüzün tecavüzcüyü aşan bir kolektif suç olduğunu kabullenmemiz lazım.
“Tüh sana” diye lanetlediğimiz tecavüzcü, temel eğitimini ailede alıyor.
Yetiştirdiği yılan tarafından sokulan bir yılan terbiyecisi gibi aile... Ürettiği şiddet, sonunda gelip kendisini vuruyor.
Çocukken uğradığı tacizin, gördüğü şiddetin öfkesiyle büyüyen sakat ruhlar, öcünü yeni çocuklara şiddet göstererek, tecavüz ederek alıyor.
Bu paslı zincir, toplumun, polisin, yargının mağduru değil tecavüzcüyü kollaması sayesinde nesillerdir hüküm sürüyor.
***
İşte bu “erotize olmuş nefret”, tıbbın, eczanın, teknolojinin desteği sayesinde daha güçlü silahlarla donanıyor bugün...
Şiddete tutkun bir toplumda silah ruhsatlarının kolaylaştırılmasındaki tehlike gibi, ailedeki şiddeti çözmeden, o şiddetin tutkunlarına bahşedilen her imkân, belalı namluları uzatıyor.
Toplu tecavüz haberinin altına denk gelen “Uzatın. Tıklayın” anonsu da o yüzden, tecavüzcüye mühimmat tedarikiymiş gibi çınlıyor, belki de tıklanma oranlarını artırıyor.
Beyler, bence artık uzatmayın! Biraz da vicdanları büyütmeye çalışalım.
Can Dündar / Milliyet
Pardon, yanlış açılım yapmışız
Türk realitesi geldi. Kürt realitesine çarptı. Bu çarpanın şiddetinin çok sarsıcı, sallayıcı, iktidar kaydırıcı olacağını düşünmüş olmalılar ki, Başbakan ile Bakan, “pardon yanlış açılım yapmışız” demek zorunda kaldılar. Ankara’da Başbakanlığa yakın çalışan gazetecilere, “yazsınlar” diye sızdırılan bilgiler içinde; Abdullah Öcalan’ın görüşülecek lider olmaktan çıkartıldığı ve yerine “Kürtler adına görüşülecek yeni lider” olarak Barzani’nin konulduğu bilgisi çok net olarak var.
***
Filmi az geriye saralım. Yeniden seyredelim. Bir hafta önceye gidelim. Hatırlayacaksınız; “paşa paşa görüşme” olmuştu. ABD’li Orgeneral David Petraeus, üstünde üniformasını çıkartmadan (muazzaf subay olarak) ve CIA’nın başkanı olarak; bir hafta önce Ankara’ya gelmişti. Sırtında üniformasıyla Başbakan Tayip Erdoğan’la masaya oturup görüşmeler yapmıştı. Görüşmeden sonra bizim Başbakan, “Suriye’yi görüştük” demişti. Suriye’nin neyini görüştüler? Adını koyalım. Sen bana Suriye’de bir el ver! Ben sana Barzani vereyim! Şu gerçek netleşiyor ki; ABD, Suriye’ye “Irak’ta yaptığı gibi ordusuyla işgal yapmak” yerine Libya’da Kaddafi’yi düşürürken izlediği modeli uyguluyor. Suriye’de Esad, aydan gelmiş biri değil toplumunun bir bölümünün desteğini alan bir lider olduğu için direnmesinin uzun süreceği görülüyor ki, silahlı muhalefeti örgütlemek konusunda Türkiye’den el vermesini istiyorlar. Karşılığında Türkiye’ye “Barzani desteği” sunacaklar.
***
Barzani, ABD’nin kuklası. Arkasından ABD çekilsin. Iraklı Araplar, onu 1 günde bitirir. Bu yüzden ABD ne derse Barzani onu yapmak zorunda. Türkiye, ABD’nin Suriye’de yaratmak istediği çatlağa destek verirse, ABD’de Kandil’de PKK’yı sıkıştırıp zorlaması için Barzani’ye uyarı verir. Ve tarih sahnesine; “Türkiye’deki Kürtlerin lideri de Apo değil Barzani’dir” fabrikasyon üretimi sürülür. Sürülür değil, sürüldü. Apo ile görüşmeler kesildi. Barzani ile başlatıldı. İzleyelim, bakalım. Günler getirecek?
Necati Doğru / Sözcü
Nuh Gönültaş ya da Nagehan Alçı esas meslekleri de gazetecilik olan gazete patronları zamanında bu mesleğe girselerdi ne yaparlardı acaba? En yakın bildiğim yanında çalıştığım Haldun Simavi’den örnek versem büyük olasılıkla stajlarını tamamlamadan kovulurlardı. Nazlı Ilıcak’ın kocası gazete patronu olmasaydı aklının ucundan iki satır yazmak geçer miydi acaba?
Ahmet Nesin / Odatv.com
Harp Akademileri’nde Başbakan, büyük çoğunluğu asker de olsa 800 kişilik bir kitleye hitap etmiştir. Kamuoyundan gizlenen bir konuşma devlet sırrı demektir. Ama hiçbir sır da 800 kişilik bir kitleye emanet edilemez.
Güngör Mengi / Vatan
Eee, Fidan’a ne olacak şimdi?
MİT Müsteşarı Hakan Fidan neyle suçlanıyordu? Hükümet kendisini saldırılar karşısında neden korudu, niçin feda etmedi? Bu sorulara verdiğimiz cevapların hepsi ’yeni’ diye önümüze getirilen politikayla birlikte geçersiz kalıyor.
Hakan Fidan’a sahip çıkılmasını devletin kendisine çizdiği yol haritasını izlemesine bağlamıştık; hükümet bu ’yeni strateji’ile o politikanın yanlış veya uygulanamaz olduğunu kabul edince, kurulan bağlantı resmen havada kalıyor.
Fehmi Koru / Star
Yorum Gönder