Medyadaki haberler, iki eski komutanın Balyoz davasında tanıklık yapmaktan sakındıkları algısı doğurdu.
Oysa gerçek bu değil.
Usul tanıklık için mahkeme kararı olmasını şart koşuyor.
Dün bu sütundaki yazıya o sebeple “Mahkeme (Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman’ı tanıklığa) neden çağırmıyor?” başlığını koyduk.
Balyoz davası sona yaklaştı. Dün savcı mütalasını verdi.
Suçlanan askerler dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman’ın tanıklığa çağırılması için feryat ederken ve bu ısrarlı talep kamu vicdanında karşılık bulurken mahkeme “Savcının suçlamaları karar oluşturmak için bana yeter” diyebilir mi?
Hele eski komutanlar tanıklıklarının gerçeği arama çabalarına katkı sağlayacağını düşündüren sözler ediyorsa...
Özellikle dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman’ın diyecekleri adil yargılama bağlamında kilit önem taşıyor.
Çünkü Balyoz iddianamesi darbeyi Yalman’ın önlediğini yazıyor.
Yalman’ı ister “tanıklığı ile adalete hizmet etmek isteyen bir vatandaş” sayın, isterseniz “silâh arkadaşlarının beklediği kurtarıcı” olarak görün, bir şey fark etmiyor.
Yalman olsun Özkök olsun duruşma günü mahkeme kapısına dayanıp “Biz tanıklık yapmaya geldik” diyemezler.
Zaten onlar da “Mahkeme çağırsın, gidelim” diyorlar.
Özkök Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a bunu söyledi.
Dün de Aytaç Yalman VATAN muhabiri Burak Bilge’ye “Çağırmalarını bekliyoruz” demekle kalmadı, “Çağırılmak için elimizden gelen her şeyi yaptık” dedi.
Gerçeğin aydınlanmasına hizmet edeceğinden emin olmayan bir asker böyle konuşmaz.
Sahte delillerin çokluğunu belirleyen yerli ve yabancı bilirkişilerin raporları havada uçuşurken mahkeme iki komutanı dinlemeden herhalde son kararını vermeyecektir.
Çünkü özel yetkili mahkeme bile savunma hakkını kutsal saymaya mecburdur!
***
Onur ve akıl yolunu bulur
Bir yaşam biçimi olunca özgürlük ve bağımsızlık hiçbir engel tanımıyor.
Mutlaka bir çıkış buluyor.
Türkiye’de rektörleri seçen sistem zaten despotikti.
Üniversitede seçilen adaylar YÖK eleğinden geçiyor, Cumhurbaşkanı son seçimi yapıyor.
Eskiden bir “ayıp olur” sınırı vardı. İdeolojik takıntı ile 5 oy alan aday, 100 alan adayların bulunduğu üniversitenin başına rektör yapılmazdı.
Bu ayıp sınırı son yıllarda dümdüz oldu. Ama şükür ki Ankara Üniversitesi’nde çözüm bulunmuştur.
Bir grup akademisyen üniversitede yapılacak rektör adayları seçiminde en yüksek oyu alan dışındaki tüm adayların “rektörlük görevi kabul etmeyeceğini” ilân etmesini, böylelikle üniversitenin iradesine dışardan müdahale kapısının kapatılması fikrini ortaya attı.
Bugünkü rektör Prof. Dr. Cemal Taluğ öneriyi kabul etti.
Formül işlerse Ankara Üniversitesi, siyasetçilerin insafına teslim olmadan da kötü yasaların zararından kurtulmanın mümkün olduğunu öğretecektir.
Yorum Gönder