yapamadıkları savunmalarını bu mektuplar yoluyla toplum vicdanında yapmaya çalışıyorlar. Yorum yok; bugün söz onların...
Ben, Balyoz olarak bilinen davada sanık olan, tümgeneral rütbesinde bir subayım. Tutuklandığımda Hava Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanı olarak görev yapmaktaydım. Bu davada sanık olduğumu, 26 Nisan 2011 tarihinde, günlük bir gazetenin yayınından öğrendim....
(...)
Şahsıma yönelik suçlama ile ilgili tutarsızlıklar şunlardır. Eskişehir’de ele geçen flash bellekte adıma üretilmiş dijital veride yazıldığı şekliyle Kasım 2003 tarihi itibarıyla Beyazıt Karataş’tan hiçbir belge ve bilgi içeren dosya teslim almadım. 2001-2003 yıllarında Silahlı Kuvvetler Ataşesi olarak Roma İtalya’da görev yaptım. İki yıllık görev süremde Türkiye’ye hiç gelmedim. Bu durumu pasaport kayıtlarım ve Genelkurmay Başkanlığı ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın mahkemeye verdiği kişisel bilgi kayıtlarımla kanıtladım.
6’ncı Ana Jet Üs Komutanlığı görevine; 15 Eylül 2003 tarihinde başladım. Beyazıt Karataş ise benim katılışımdan tam 1 ay önce, 15 Ağustos 2003 tarihinde bu görevden ayrılmış, iki yıl kalacağı ABD’de atandığı göreve gitmiştir. Beyazıt Karataş ile 2001-2005 yılları arasında biraraya gelmedim. Telefon görüşmemiz dahi olmadı.
Mahkemeye güvenimiz kalmadı
Amacı ve oluşumunun, tarafımızdan tespit edilmesi mümkün olmayan bir çete tarafından 2007-2010 yılları arasında üretilen dijital veriler ile diğer sanıklarla birlikte bugün yaşadığım mağduriyetin sonlandırılması için sizin vicdanınıza seslenmekten başka bir seçeneğim kalmamıştır. Zira içinde bulunduğumuz şartlarda yargılandığımız mahkemenin tarafsız ve bağımsızlığına olan inancım her geçen gün daha da azalmaktadır. Taraflı ve tek sesli bir yapı haline gelen medyada, oluşturulan algı ve bunun yönetilmesi ile hakkımızda adeta bir linç kampanyası sürdürülmektedir.
Ülkemiz tarihinde yaşanan bazı gelişmelerden doğan haksız ve talihsiz uygulamaların faturasını, bugün birileri tarafından, bu süreçlerin içinde olmamış ancak taşıdığı üniforma ve bir kurumsal bağlantı nedeniyle suçsuz ve masum insanlara kesmek vicdanınıza uygun gelir mi?
Onurlu geçmişime leke
Sekiz yaşındayken kaybettiğim dar gelirli herhangi bir mülk sahibi olmayan esnaf bir babanın oğluyum. Babamın ölümünden sonra iki ablamla birlikte çeşitli fabrikalarda işçilik yaparak hayatımızı kazanmaya çalışan annemin fedakarlıkları ile büyüdüm. 1979 yılında Hava Harp Okulunu bitirerek uçuş okuluna gittim. Muharip jet pilotu oldum. 32 yıllık meslek hayatımda; F-4, F-16 gibi çeşitli muharip uçaklarda yaklaşık 5 bin saat uçuş yaptım. Zor ve riskli olan bu meslekte onlarca arkadaşımı kaybettim. Tümgeneral rütbesine gelene kadar Hava Kuvvetlerinin neredeyse tüm birlik ve karargahlarında görev veya komutanlık yaptım. Tüm harekat görevlerine katıldım ve yönettim. Ülkemizi ve devletimizi yurt dışında, daimi ve geçici görevlerde onurla temsil ettim. Bulunduğum rütbe ve makamda mesleki kariyerim itibarıyle, önümüzdeki Ağustos’ta Hava Kuvvetleri’nde Korgeneral olacak iki kişiden biriydim... Seçim günlerinde dürüstlüğüne ve ülkemizin birlik ve beraberliğine katkı sağlayacağına inandığım siyasi lider ve partisine oy vermekten başka siyasal bir faaliyetim olmadı. (...) Temiz ve onur duyduğum geçmişim, geçen yıl beni sekiz yıl geriye götürecek şekilde üretilmiş bir dijital veriyle karartıldı.
Kabusta gibiyim
Yaşadığım bu süreçte kendimi bir uykuda ve kabus içindeymişim gibi hissediyorum. Bir sabah uyandığımda bu kabusun sona ereceğini zannediyorum.
Eşim ve üç çocuğum da yaşadığımız bu süreçten her şekilde etkilendiler. Sürdürdüğümüz mütevazı yaşamımız maddi ve manevi olarak kısıtlandı. Bizler basında saptırıldığı şekilde, yüksek gelirli, her türlü imkana sahip, elit kesimden insanlar değiliz. İki çocuğum yüksek okulda, bir çocuğum daha ilkokul ikinci sınıfta kısıtlı imkanlarla okuyorlar. Herhangi bir şikayetleri yok. Sadece gerçeği çok yakından bildiklerinden, televizyonlarda haber programlarındaki yargısız infazlar ile bu hainliği demokrasinin zaferi olarak satmaya çalışan yorumcuların pişkinliğini izlerken eziliyorlar.
Tümgeneral Nedim Güngör Kurubaş
Erdoğan Mozambik Başbakanı mı
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik katıldığı televizyon programında “akreditasyon” uygulamasını “TSK’nın ayıbı” olarak nitelendirmiş.
Çelik bu ayıbı temizlemesi için Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e çağrıda bulunmuş ve “Böyle bir demokratik ülkede bu uygulama olamaz. Umumi toplantıda gazeteci seçmek olmaz...” demiş.
Bu durumda Tayyip Erdoğan Mozambik Başbakanı, İbrahim Şahin Uganda Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürü, Hamdi Topçu da Papua Yeni Gine Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı mı acaba?
Öyle ya Türkiye’de idarecilik yapıyor olsalar, Çelik bütün ayıbı TSK’ya yıkmak yerine, “böyle demokratik bir ülkede olamaz” dediği akreditasyonun daniskasını uygulayan bu kişilere de bir çift söz söylerdi herhalde!
Üzücü olan dostlarımızın sessizliği
Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu yargılanmaktayız. Bunlardan yarısından fazlası halen görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve amiraldir. Bizler, bir “hukuk garabeti” iddianame ile kendi ülkemizde aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak yargılanıyoruz.
Seminerden suçlanan yok
Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir: Balyoz davasının dayandırıldığını plan semineri ile seminerde provasının yapıldığı iddia edilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat Planları”nı mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Bugün seminere katılan toplam 162 kişiden sadece 51’i sanık olarak yargılanmaktadır. Davada yargılanan toplam 365 sanıktan 314’ü ise seminere kesinlikle katılmamıştır.
(...)
İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan sahtekarlık işte budur.
(...)
2008 yılından sonraki bir tarihte 2003’e aitmiş gibi bir plan hazırlamak birçok yalanı biraraya getirmeyi gerektirdiğinden sahtekarlar tarafından yaratılan sözde planlarda ve yazışmalarda 1500’ün üzerinde hata yapılmıştır...
Eğer bu konuda yukarıdaki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe düşmeli ve gerçeği araştırmalıdır.
Eğer yukarıdakilerin gerçeğin ifadesi olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir.
Türk tarihine ihanet
Diğer taraftan yukarıdaki gerçekler biliniyor fakat bunun aksi söylenerek “Silahlı Kuvvetlerin içindeki bir cuntanın temizlendiği ve bu yolla Türk demokrasisinin ilerlediği” iddia ediliyorsa, ülkemize onarılması zor zararlar da verilmektedir.
Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir hareket” olarak görmek gerçek ve ahlaki olmadığı gibi hukuka uygun bir düşünce de değildir...
Bazı insanlar Balyoz Davasında neler olduğunu tam olarak bilmeyebilir, yanlış bilgilendirilebilir veya çeşitli nedenlerle bilmiyor gibi görünmek de isteyebilir ve hatta bile bile yanlış da yazabilir, söyleyebilir. Ancak yaşadığımız bilgi çağında dünya kamuoyu her şeyi açık seçik bilecek ve tüm medyada “Türk ordusu, basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir bir ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve çocuklarımıza bırakabileceiğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine ihanettir...
Mektubumuzu haksız yere tutuklanmış bir düşünürün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz: “Tutuklu iken beni en çok üzen düşmanlarımın hakkımdaki kötü sözleri değil, dostlarımın sessizliği olmuştur!”
Bu mektupta Hv.Org. Bilgin Balanlı ile birlikte imzası bulunanlar: Korg. Yurdaer Olcan, Kora. A. Cem Erenoğlu, Korg. Rıdvan Ulugüler, Kora. Demiz Cora, Tümg.Nedim Güngör Kurubaş, Tuğg. M. Erhan Pamuk, Kur. Alb.H. Nejat Akgüner, Tuğa. Şafak Yürekli, Tümg. Beyazıt Karataş, Tuğg. Gökhan Gökay, Tümg. Yalçın Ergül, Tuğa.Levent Görgeç, Tuğa.Tümay Erdağ, Tuğa. A. Sadi Ünsal, Alb.Cengiz Köylü, Kur. Alb. Hanifi Yıldırım, Tümg.Ahmet Yavuz, Korg. Turgut Atman, Kur.Alb. Murat Saka, Tümg.İsmail Taş, Kur. Alb. Ümit Metin, Kur. Yb.Murat Saka, Tuğg.Kubilay Baloğlu, Kur. Alb.Erhan Kubat, Tuğa.Osman Kayalar, Tüma. Fikret Güneş, Tümg.Gürbüz Kaya, Tüma.Sinan Ertuğrul, Tümg.Bülent Kocababuç, Alb.Bülent Günçal, Kur. Alb. Murat Özçelik, Alb. Mehmet Erdem, Kur. Alb. Ender Güngör, Tüma.Mücahit Şişlioğlu, Kur. Alb. Kadri Sonay Akpolat, Kur. Alb. Ahmet Tuncer, Tuğg. Mehmet Eldem, Kur.Alb.Fatih Altun, Kur. Alb.Murat Ataç, Kur. Alb. Aziz Yılmaz,Tümg. Hasan Fehmi Canan, Kur.Alb. Nihat Altunbulak, Kur. Alb. M. Koray Eryaşar, Kur. Alb. Ahmet Hacıoğlu, Mehmet Erkorkmaz, Kur. Alb. Taylan Çakır, Kur.Alb.V. Murat Tulga, Dora Sungunay
Komplocular ortaya çıkarılmalı
Geçtiğimiz hafta kamuoyunda geniş yankı uyandıran Arsenal Consulting’in raporu, sözde Balyoz, Çarşaf, Sakal gibi kamuoyunda infial uyandıran birçok dijital dosyanın 2003 yılında var olmayan teknolojilerin izlerini taşıdığını ortaya koymuştur. ODTÜ tarfından dava konusu dosyalara yönelik olarak hazırlanan resmi raporlar da (...) yüzlerce word dosyasının doğal yollarla üretilmediğini ispatlayan bir dijital izi ortaya çıkararak sahteciliği bir kez daha teyit etmiştir.
Sözde darbeye zemin hazırlamak için, kendi uçağımızın düşürüleceği, camilerimizin bombalanacağı, sözde darbeye karşı olan subaylarımızın tutuklanacağı iddiaları ile yaratılan infialin aslında milletimizin gözbebeği olan Türk Silahlı Kuvvetlerimize güveni sarsmak amacıyla oluşturulduğu anlaşılmıştır. Şimdi asıl sorulması gereken soru sanıkların suçlu olup olmadığı değil, bu komployu kimin veya kimlerin yaptığıdır. Görev Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan bağımsız mahkemelerimize düşmektedir.
Tutuklu Balyoz Davası Sanıkları
BASINDAN SEÇMELER
Mahkeme peşin hüküm mü verdi
Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları, Balyoz Planı davası kapsamında yargılanan 250’si tutuklu 365 sanık hakkında hazırladıkları mütalaayı dün İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sundular. Sanıkların darbeye teşebbüs suçundan 15-20 yıl arası hapis cezasına çarptırılmaları istendi.
Hemen belirtelim:
Savcılık iddianamesi, “Darbeyi eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın önlediği” tezi üzerine kurulu...
Ancak mahkeme heyeti, sanıkların yüzlerce kez talep etmesine karşın ne Aytaç Yalman’ın ne de dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ifadesine başvurdu...
Ayrıca dijital belgelerde sahtecilik yapıldığına dair raporları da yok saydı.
Diğer bir deyişle; mahkeme “yargılama”yı eksik bıraktı.
Bu iki anlama geliyor:
Ya hâkimler, sanıkların suçsuzluklarına hükmetti, kararlarını açıklamak için daha fazla oyalanmak istemiyor...
Ya da mahkumiyet kararı baştan verildi; tanık, belge umursanmıyor...
Her ikisi de yargı sistemimiz için oldukça düşündürücü...
Kararı, merakla bekleyeceğiz!
Mustafa Mutlu / Vatan
Sahte delillerin çokluğunu belirleyen yerli ve yabancı bilirkişilerin raporları havada uçuşurken mahkeme iki komutanı (Yalman ve Özkök) dinlemeden herhalde son kararını vermeyecektir.
Çünkü özel yetkili mahkeme bile savunma hakkını kutsal saymaya mecburdur!
Güngör Mengi / Vatan
Sevdik biz bu rejimi...
Güzel rejim... Dindar ve kindar bir gençlik mi yetiştirmek istiyorsun. Vatandaşın doğurduğu çocuğu kendi kafanın çapına uydurmaya mı niyetlisin. Yap acele bir 4 artı 4 gönder Meclis’e... Eğitimcilere, üniversitelere, aydınlara söz hakkı verme. Muhalefeti takma... Komisyonu işgal et, yasanın orada görüşülmesini engelle... Millet Meclisi’nde çoğunluğuna güven. İnsanlar sokağa çıkınca gaz, cop ve tazyikli suyla dağıt onları. Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakküm etmediği rejimdir gibi tanımlamaları boşver... Sana oy vermeyenleri önce gazla, sonra ıslat... Sana oy verecek dindar ve kindar kitleyi böylece bizzat oluşturabilirsin... Rejimin adı demokrasi ne de olsa.. Memleketi sana hediye ediyor...
Melih Aşık / Milliyet
Yorum Gönder