AKP'lilerin kötüledikleri, demokratik bulmadıkları 12 Eylül darbe anayasası var ya... O anayasada bile yasal kuruluşların gösteri yapma hakkı olduğu kabul edilmiştir.
Ama; bu hükümet; eğer gösteri kendisine karşı ise; askeri diktatörlük dönemini aratmayan bir şiddetle bastırıyor yasal eylemleri...
Bu iş için de polisi kullanıyor.
Bu polis de kesinlikle adamına göre davranıyor.
Diyelim ki iktidara oy veren kesimler gösteri yapıyorlar... Onlara en küçük sertlik yapılmıyor.
Hatta PKK'lılar sokakları ateşe verip insanları yakarken bile bu polis sert davranmıyor.
Ne zaman ki ortaya emekçiler çıkıyor; ne zaman ki ortada demokratik hak talep eden masum kesimler görülüyor.
Bu polis birden değişiyor...
Zehirli gaz yağdırıyor.
Saddam'ın Halepçe'de yaptıklarına kızanlar; AKP polisinin öğretmenlere yaptıklarına bir baksınlar. Meşhur Tekel eylemindeki iktidar polisinin eylemini hatırlasınlar. 1 Mayıs'ı kutlatmamak için yaratılan polis şiddetini de buna eklesinler. Abartmş saymayın ama karşımda sanki Hitler Almanyası'nın gazcıları var.
Lakiiiin! Gericiler ve bölücüler meydana çıkınca; onlara 'Yürüyün çocuklar, keyfinize bakın!' diyor bu polis...
Polis kardeşlerim kusura bakmasınlar.
Bu polis, benim polisim değil.
Gerici ve bölücüyü sevip de mazluma gaz sıkan, cop indiren polisi sevemem.
Biliyorum ki onları bu hale polis içine yerleştirilen bir odak getirdi. Eşit davranmaya kalkışan polis şeflerini cezalandırıp kızağa aldılar. İktidar karşıtlarını şiddetle cezalandırmayanları İçişleri Bakanlığı cezalandırıyor ama...
Yine de masumları görünce bu kadar düşmanca bir tutumla gazlayan, döven, boğan o polisi kabul edemiyorum.
Ey o polis; o zalim polis!
Bu kadar kendini iktidara bağlama... Ne demişler: Duvara dayanma yıkılır; insana güvenme ölür.
Unutmayın: Baki olan siyasetçiler değil millettir...
MUHTEŞEM SÜLEYMAN DA BÖYLE YAPMIŞTI AMA
Size, 'Osmanlı'da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler' isimli araştırma kitabımda yer alan bir olayı aktarayım da biraz düşünün:
Kanuni Sultan Süleyman döneminde; 1548 yılında, İstanbul kargaşa içindeydi. Büyük savaşlar yüzünden pahalılık artmış; yoksulluk yaygınlaşmıştı.
Sultan Süleyman, Arz Odası'nda veziriazamı, şeyhülislamı, kazaskerleri ve Enderun paşalarını toplayıp onlara bu olayları nasıl önleyeceklerini sordu.
Sonunda Şeyhülislam (Dönemin Diyanet İşleri Başkanı) Ebussuud Efendi dedi ki: 'Sultanım; bu işler halkın dinden uzaklaşması yüzünden meydana gelmektedir. Okullarda artık dinine bağlı; din bilgisi yüksek gençler yetiştirelim. Bunun için de insanın aklını bozan ve azgınlaştıran 'akli ilimler'i kaldırıp yerine 'Nakli ilimler/dinsel bilgiler' koyalım.'
Bakanlar Kurulu sayılan bu toplantıda şeyhülislam efendinin bu önerisi; 'alkışlar' ile kabul edildi. Böylece dönemin medreselerindeki (üniversiteler) akılcı ilimler (tıb, coğrafya, astronomi, kimya, matematik) atıldı; yerine daha fazla fıkıh, kelam, hadis, tefsir dersleri konuldu.
***
Sonuçta ne mi oldu?
16. Yüzyıl'da dünyanın haritasını çizen Osmanlı ilmi; 19. Yüzyıl'a gelindiğinde artık dünyanın yuvarlak olduğunu bile unutmuştu. 15. Yüzyıl'da top ve tüfenk yapan Osmanlı sanayisi, 19. Yüzyıl'a ok ve kılıçla giriyordu.
Muhteşem Süleyman'ın 'dindar ve uysal gençlik' projesi; Devlet-i åliyye'nin (Osmanlı Devleti) yıkımı yönünde atılmış en talihsiz adım oldu.
Bugün, 'dindar ve kindar gençlik' yetiştirmek için eğitimi paramparça eden AKP iktidarı; tarihi tekerrür ettirmek yolunda inatla yürüyor.
Benden bir özdeyiş: 'Akıl; imandan üstündür.'
Çünkü iman ancak akılla ortaya çıkar. Aklı işe yarar hale getiren deneysel ilimdir. Bugün çocuklarımızı bilimsel yolda değil de din eğitimi ile siyasallaştırarak kullanmaya çalışanlar; devlete; Muhteşem (!) Süleyman darbesi vurmaktalar...
Siyasetçilerimiz, tarihi bilselerdi, geleceği daha doğru kurarlardı...
Yorum Gönder