Yalancının mumunun en fazlası ile yatsıya kadar yanacağından kuşkumuz yok. Sorun yatsıya kadar yaşanabilecek ağır insan hakları ihlallerinde, kayıpların geri dönülemez, onarılamaz boyutlarında....
Bugün geldiğimiz noktada geçmişin insan hakları ihlalleri üzerinden ağıt yakmanın, günün moda deyimi ile “tarihimizle hesaplaşmanın” şüphesiz demokrasi, insan hakları, hukuk devleti düzeni kültürü edinme boyutunda bir yararı, işlevi olsa da geri dönülemez, onarılamaz yaraları kapatmada yetersiz kalması kaçınılmaz. Kaldı ki kirli siyaset oyunlarında söz konusu kavramlar üzerinden de gerçekleri çarpıtma, yeni kirli çıkarlar sağlama uğruna çok fazla yeni yalanlar söyleniveriyor... Doğrusu gerçekten hukuk devleti düzeni, demokrasi, insan haklarından yana yol alış için, öncelikle bugün yaşananlar üzerinden, yalanlardan yola çıkılmasının önünün alınması gerekiyor...
12 Mart, 12 Eylül askeri derbe hukukunun yaşattığı ağır hukuk, insan hakları ihlallerine, gazeteci kimliği ile tanıklıklarım olmuştu... İleri demokrasiye doğru yol alma adına gündeme getirilen Erdoğan hükümetleri iktidar icraatlarının, geçmişle hesaplaşma gündemli yargının işletilmesinin daha ilk örneklerine bakarak, “İnsan hakları, demokrasiye ters, sivil darbe hukuku örnekleri... Birbirinden ağır geri dönüşü olmayan yaralar açacaklar..” kaygılarımı güncel örnekleriyle, elden geldiğince sizlerle de paylaşmaya çalışmıştım... Yine de şeklen demokrasi düzeninde, sivil iktidar eliyle ortaya çıkacak sonuçların, askeri darbeler süreçlerini mumla aratacak ağır boyutları olabileceğini öngörememişim...
Yandaş, cemaat, teslim alınmış medya gücü ile işleyen, çok ağır gerçekleri çarpıtan yönlendirmeler, bilgi kirliliği, otosansür duvarlarının aşıldığı, gelişmelerin giderek daha görülür yaşandığı günlere geliyoruz... Daha doğrusu gerçeklerin çarpıtılarak kolayca pazarlanabildiği günler geçiyor, kaçınılmaz yatsı zamanı geliyor. Hak-hukuk çiğnenmiş, suç-ceza ilişkileri çarpıtılmış, tersyüz edilmiş, yalanlar üzerinden yazılabilen senaryoların gerçek olamaması ile bir bir yüzleşiliyor... Sistemin çarklarının işletilmesinde sıkıştıkça, sistem adına yeni yalanlara, yeni senaryolara gereksinim artıyor... Askeri darbeler, diktatörlüklerde kaba gücün, baskının kolayca kullanılabilir olmasının doğal avantajları bir yana, sivil iktidarlar sürecinde yalanların, haksızlıkların kapatılmasında farklı yöntemlere, stratejilerle, daha da ağır baskı gücüne gereksinim ortaya çıkıyor...
***
Doğrusu en başında askeri darbelerle hesaplaşma, sivil iktidarlarla sürekli demokrasiye geçişi sağlama adına yola çıkma senaryoları çok çekiciydi. Medyanın da katkısı ile doğal toplumsal destek de alması kaçınılmazdı. Toplumun yetersiz insan hakları, demokrasi kültürü, medya güdülemesinde, sivil iktidarlar, demokrasi düzenlerinde yeri olamayacak hukuk devleti düzeni, insan hakları ihlallerinin hafife alınmasını da getirdi. Hukuk devleti düzeni, bağımsız yargının olmazsa olmazları, suçlunun yargılanmasında suç-ceza ilişkisinin bire bir kurulması ilkesi, pek çok hukuk ilkesi ile birlikte bol bol çiğnendi...
Aslında gerçek suçluların yargılanması amacına da zarar veren bir genel tabloya, toptancı suçlamalara, sivil diktatoryal boyutlardaki baskı gücü kullanılmasına, her türden demokratik çıkışı susturmaya yönelik tırmanışa nerede ise alkış tutuldu. Yerleşik demokratik düzenlerde bile güçlü iktidarlar için hep geçerli, iktidar gücü sarhoşluğunda, demokratik denetim çarklarının bir bir kırılmasından beslenen diktatoryal eğilimlerle bugünün işin içinden çıkılmaz boyutlarına gelindi...
Dünün gelişmelerini, haberlerini veren gazeteci arkadaşlarımız; “Meclis’te eğitimdeki değişiklikler, çocuklarımızın ortak geleceği görüşülürken, yaşanan çatışmaları, ağır suçlamaları, bu konuda söz söyleme hakkı olan eğitimcilere sokaklarda uygulanan şiddeti açıklamakta zorlandıklarının” altını çizip duruyorlar... Aynı türden şaşkınlıklar, özel yargıda süren davalar üzerinden gelen yeni haberlerde yaşanıyor. İddianamelerde yer alan suç kanıtı olarak kullanılmış belgeler için bilirkişi raporları, “suçun işlendiği tarihte değil yıllar sonra kayda alınmış, geçerli kanıt niteliği taşımıyor..” sonucuna varmışken, mahkemeler yıllarca tutuklu kalmış sanıkların lehlerine olacak tanıklıkları, belgeleri de almadan, hukukun olmazsa olmaz pek çok ilkesini çiğneyerek, sonuç savcılık görüşünü almaya kalkışıyorlar... Özel yargılamaların gelinen yeni sürecinde, yıllardır yapılmış tek yanlı suçlamaların tersine, insan hakları hukuk ihlalleri için vahim sonuçları olan bilgi, hukuksal belgelerin her yerden birden adeta fışkırıyor olmasının önü alınamıyor...
Türkiye zamanla bağlantılı işleyen gelişimi yaşıyor. İktidarın gündem, strateji değiştirerek, toplumu sindirerek, örgütleri teslim alarak, diktatoryal eğilimleri katlayarak istediği yolda yürüyebilme gücü, çarkların işleyişi bir biçimde kırılıyor...
Yorum Gönder