Artık “laik-demokratik devlet” tanımını bir yana bırakmanın zamanı geldi, zira “her dinden ve inançtan, her mezhepten vatandaşlarına eşit mesafede duran, hepsinin haklarını eşit şekilde gözeten, tek bir dine veya mezhebe yakın durup diğerlerini dışlamayan, herkesi dininde, inancında, ibadetinde özgür bırakan laik devlet” tarifinden çok uzağa düştük artık..
Türkiye’nin “diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerde olamayan ve onu istikrarlı, din ekseninde kaoslardan uzak” bir devlet yapan en önemli özelliğiydi bu ve adım adım uzaklaşılıyor. Neredeyse tüm siyasi tartışmalar dönüp dolaşıp “hangi parti daha çok din vurgusu yapacak, hangi parti Müslümanlığı ve dine yakınlığı daha çok sahiplenecek” noktasına geliyor. Mezhep üzerinden insanlar aşağılanıyor, mezhep farklılığı bir “dezavantaj, bir handikap” gibi siyasetçilerin bile aleyhinde koz olarak kullanılıyor. Ki “dinin siyasete alet edilmesi”, bir başka deyişle, “din istismarı” bunun ta kendisidir.. Ve zaten en başından itibaren ülkelerde “laikliğin ortaya çıkmasının” önemli nedenlerinden biri bu noktaya varılmasını engellemektir.
MECLİS’TE DİN TARTIŞMASI
Meclis Genel Kurulu’nda “Kuran seçmeli dersi” nedeniyle MHP ve AKP “Benim önergem, senin önergen” diye birbirlerine girdiler. MHP “bunu biz daha önce önerge olarak verdik, reddettiniz, biz sizin önergeyi kabul ettik, utanmayacak mısınız” benzeri suçlamalar yaptı. Bunun üzerine CHP de “dini kullanıyorsunuz, ayıp” diyerek salonu terk etti.
Düşünelim bakalım, CHP haklı mı? Madem ki bu yararlı bir adımdır, madem ki böyle düşünülerek konu Meclis’te AKP ve MHP oylarıyla kabul edilmiştir, o zaman her iki partinin de “sonuçla yetinmesi ve memnun olması” beklenir değil mi? Cevap; Evet, öyle.. Peki neden kavga çıkıyor? Bunun cevabı da belli; çünkü sonuçta “din üzerinden siyasetle ‘oy alınacak kitle’yi ikna etme” konusu var ve bu çok önemli..
Üzücü bir durum, çünkü din siyasete bu şekilde girdi mi sonu gelmiyor, partiler abarttıkça abartıyor ve ne yazık ki büyük bir çoğunluk da bu “aslında eleştirilecek” durumu takdir ediyor. Tam bir kısır döngü..
HAMANEY NE DEMİŞ?
Türkiye’de partiler “Kuran dersleri” üzerinden başlattıkları tartışmayı sürdürürken İran Lideri Ayetullah Hamaney , Başbakan Erdoğan’a “Türkiye’de İslami eğilimli politikacıların iktidarda olduğunu ve İran’ın bundan çok mutlu olduğunu” söylüyordu. Bir gariplik örneği de burada.. Büyük çoğunluğu Müslüman olan ülke için “İslami eğilimli politikacılar” sözü neden söylenir ve ne anlama gelir?
Hamaney “İslami eğilim” ile Müslüman olmayı, daha dindar olmayı filan kastetmiyor. Bal gibi “İslami devlet yönetimi, İran’dakine benzer bir yönetim isteyen politikacılar” demek istiyor. Aksini iddia eden varsa açıklasın, bence anlaşılan budur. O nedenle ben “Demokratik Türkiye’de böyle baskıyla din empoze eden, dini kurallarla devlet idare eden bir yönetim olamayacağını” o konuşma sonrasında vurgulamamız gerekirdi diye düşünüyorum.
Bizi “kendilerine” benzeteceklerine, “Türkiye’nin farklılığını”, vatandaşlarının biraz özgür nefes alabilmek için buraya koşma nedenlerini anlamaya çalışsalar daha iyi olur!
*****
Mahkeme Özkök ve Yalman’ın konuşmasını sağlamalı!
Balyoz davası kapsamında “özel yetkili” Cumhuriyet Başsavcıları bildiğiniz gibi 250’si tutuklu olan 365 sanık hakkında hazırlanan mütalaayı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine sunmuş ve sanıkların 20 yıla kadar hapsi istenmiş. Bu mütalaada “komutanların darbe görüşmesi için seminere geldikleri, seminerde darbe tatbikatı yapıldığı” gibi suçlamalar var.
Öte yanda ise “seminerde bulunmamış, hatta o tarihte yurt dışında olduğu kanıtlanan askerlerin” bile tutuklu olduğunu, “darbe hazırlığı iddiası” olan seminerde görev aldığı söylenen personel listelerinin askeri usullere uygun hazırlanmadığını, 2003’te yapıldığı iddia edilen listelerin 2006 yılında oluşturulduklarının ortaya çıktığını, suçlama için kullanılan CD’lerin 2003’te değil 2006’da hazırlandığını, bunu hem kullanılan sistem, hem de ‘olayların tarihleriyle’ anlatan tutuklular.. Avukatları..
MİLLETE VE TUTUKLULARA BORÇLULAR!
Ama aynen tutuklu gazetecilere yapıldığı gibi, burada da hakimler “tutukluluğunun devamına..” deyince duruşma bitiyor ve hiçbir şey açıklığa kavuşmuyor. Mütalaada da “hangi kesin delillerle bu sonuca vardıkları” belli değil, zira aslında mütalaadan önce mutlaka dinlenmesi gereken Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman konuşmadan yazılmış.. Özel yetkili mahkeme heyeti “Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesinin dosyaya katkı sağlamayacağını” söyleyerek birçok sanığın, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un da ortak talebi olan “iki komutanın tanıklığı” isteğini reddetmiş.
‘BİZDEN BAŞKASI OLAMAZ’
Aytaç Yalman çok uzun zaman önce kendisini TV’de konuşmaya davet ettiğimde bana “Böyle bir darbe hazırlığı iddiası varsa bunu en iyi; ben, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ biliriz. Biri konuşacaksa bu bizden başkası olamaz” demişti. Bugün gibi hatırlıyorum çünkü bu konuşmayı hatırlatarak defalarca kendisine TV’den ve köşemden çağrı yaptım. O günlerde de “biraz bekleyin, TSK’nın olayı soruşturması bitsin, konuşacağım” gibi bir nedenle beklemiş ve hiç konuşmamıştı, bugün de “birkaç gün bekleyin, herhalde bir şey olacaktır” diyor.
Oysa Hilmi Özkök nasıl ki istediğinde gazetelere konuşuyorsa (Yalman “Hilmi Paşa konuşmuş ama bir şey söylememiş” diyor) kendisi de konuşabilir ve madem ki Özkök’ün bir şey söylememesi dikkatini çekmiş, o “bir şey” söyleyebilir. Bir nokta daha var dikkat çeken; Aytaç Yalman “İlker Başbuğ benim kurmay başkanımdı, benim yanımda çalıştı. Bu konulara hiç girmiyorum ben, uzak duruyorum.. Çok hassas bir ortam” benzeri şeyler de söylüyor.
BU KONULARA GİRMEK YA DA GİRMEMEK!
Kurmay başkanı ve iyi tanıdığı onlarca TSK personeli cezaevinde iken ve “yanında çalışan birini en iyi kendisinin tanıması ve herhangi bir terör örgütüyle ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğini bilmesi” gerekirken “Bu konulara hiç girmiyorum ben, çok hassas bir noktadayım, ortam da çok hassas” benzeri sözler nasıl söylenebilir, o da soru işareti..
Özel yetkili mahkeme veya özel yetkisiz mahkeme, bu yargılamayı kim yaparsa yapsın bunca yıldır süren davada, üstelik “çağırırlarsa gider bildiklerimizi anlatırız” dediklerine göre ikisinin de konuşmasını sağlamayı millete ve yüzlerce tutuklu insanla ailelerine borçludurlar.. Tarihe borçludurlar.
Yorum Gönder