Güdümlü kültür - Yaşar Nuri Öztürk

‘Gü­düm­lü kül­tür’ ve­ya ‘gem­len­miş kül­tür.’
De­yim, per­so­na­list Fran­sız fi­lo­zo­fu Em­ma­nu­el Mo­u­ni­er’nin, ‘cul­tu­re di­rig­ée’ de­yi­mi­nin kar­şı­lı­ğı…

Mo­u­ni­er (ölm. 1950), bu de­yi­mi, bireyin ya­ra­tı­cı­lı­ğı­na ha­yat hak­kı ta­nı­ma­yan re­jim­le­rin, özel­lik­le ko­mü­nist ve fa­şist sis­tem­le­rin kül­tür, sa­nat, hu­kuk, dü­şün­ce ve eği­tim an­la­yış­la­rı­nı ifa­de için kul­lan­mış­tır. Böy­le bir an­la­yış, Mo­u­ni­er'e gö­re, top­lu­mun en ke­mi­ri­ci mu­si­bet­le­rin­den bi­ri­dir.

Ne il­ginç­tir ki, Mo­u­ni­er, hür top­lum ide­a­li­ni biz­zat ken­di­si ze­de­ler. Ona gö­re, ide­al top­lumda tek ve resmî din, Ka­to­lik­lik’­tir. Bun­dan da­ha il­ginç bir nok­ta da, şu­dur:

Ateş­li bir Ka­to­lik olan Mo­u­ni­er, fel­se­fe­si­ne ters düş­me pa­ha­sı­na tek din say­mak­ta ıs­rar et­ti­ği Ka­to­lik­lik'in ki­li­se­si ta­ra­fın­dan ‘Ka­to­lik­lik'e ters düş­mek’le it­ham edil­miş ve afo­ro­za uğ­ra­mış­tır. Neden? Şundan: Mo­u­ni­er, Ka­to­li­siz­min, ha­ya­tın ye­ni ih­ti­yaç ve şart­la­rı­na gö­re gözden ge­çi­ril­me­si­ni öne­ri­yor­du. Görüyorsunuz; dincilik, kendisine tam teslimiyet olmadan hiç kimseyi hoş görmez. Hele bir de engizisyon dinciliği olursa. Arapçı Emevî ve Abbasî dinciliği İmamı Âzam gibi eşsiz bir dehayı bile affetmedi; katletti.

Fi­kir ve kül­tür ha­ya­tı­nın gü­dü­me alın­ma­sın­dan do­ğan ra­hat­sız­lı­ğın tah­ri­bi; ya­ra­tı­cı faaliyetin mer­ke­zi olan bireyin ro­bot­laş­tı­rıl­ma­sın­dan, iğdiş­leş­ti­ril­me­sin­den, uşak­laş­tı­rıl­ma­sın­dan kay­nak­la­nı­yor. Böy­le fert­ler­den olu­şan bir top­lumda ri­ya, sah­tekâ­rlık, gü­ven­siz­lik, tu­tar­sız­lık, cü­ce­lik ege­men olur. Bun­la­rın ege­men­li­ği ise karmaşa, bu­na­lım ve ni­ha­yet kav­ga ve yı­kı­mı ka­çı­nıl­maz kı­lar.


HUKUKUN GÜDÜME ALINMASI

Gü­düm­lü kül­tür­ler­de her şey­den ön­ce hu­kuk gü­düm­de­dir.

İn­san­lık, çok uzun didin­me­ler­den son­ra, bu gü­dü­mü kır­mak için, kuv­vet­ler ay­rı­lı­ğı il­ke­si­ne ulaş­mış­tır. Ne var ki, bu il­ke­yi söz­de, kâ­ğıt üze­rin­de tek­rar­la­mak hu­ku­kun gü­düm­den kur­tul­du­ğu an­la­mı­na gel­mi­yor. Mu­so­li­ni'ye, dev­let an­la­yı­şı ve yö­ne­tim prog­ra­mı so­rul­du­ğun­da, şu ce­va­bı ve­ri­yor­du:

“İtal­ya'yı yö­net­mek is­ti­yo­ruz, hep­si bu.”

Nasıl yönettiğini bütün dünya gördü. Aynı zihniyeti taşıyan Adolf Hitler’in de Almanya’yı nasıl yönettiğini gördü.

Mo­dern top­lum­lar­da bu an­la­yış bel­ki bu ka­dar net ve sert ifade edilmiyor ama ay­nı zihniyeti egemen kılmak için bin tür­lü oyun­la hu­ku­ku gü­dü­me alan lider­ler ve yö­ne­tim­ler, az de­ğil­dir. Eme­ğe iha­net, bi­lim­sel özerk­li­ğin ör­se­len­me­si, yargıçların siyasal iktidarın kontrolüne verilmesi, din is­tis­ma­rı, ge­lir da­ğı­lı­mı­nın ada­let­siz­li­ği, inanç­la­ra bas­kı… hu­ku­kun gü­dü­me alı­nı­şı­nın kı­lık de­ğiş­tir­miş gö­rü­nüm­le­rin­den baş­ka şey­ler de­ğil­dir.

‘Gü­düm­lü hu­kuk’, eğer la­ik bir yönetimde sergileniyorsa, la­ik­lik ve di­nin, dinci bir yönetimde sergileniyorsa laiklik ve aklın gü­dü­me alın­ma­sı­ ka­çı­nıl­mazdır. Bu­nun so­nuç­la­rı­nın en kö­tü­sü, ‘dev­le­te bağ­lı din’ veya ‘di­ne bağ­lı dev­let’ tercihlerinden birine teslim olmak mecburiyetidir. Bunların ikisi de insan gerçeğiyle çelişip çatışır, ikisi de hayatı cehenneme çevirir.

Bugünkü Türkiye, dine bağlı devlet anlayışının egemenliğine doğru hızla yol alıyor.


Bir yandan ‘tarikatlar konfederasyonu’na dönüşmüş TBMM, öte yandan dünyada, bir eşi görülmemiş şekilde, iki katrilyonluk bir bütçe ile finanse edilen Diyanet İşleri bunun şaşmaz kanıtları olarak ortadadır.

Her gü­düm, kar­şıt uç­lar­dan ye­ni gü­düm­le­re imkân ve ge­rek­çe ha­zır­lar:

La­ik­li­ği gü­dü­me alır­sa­nız, di­ni gü­dü­me alan­lar ba­şı­nı­za be­la olur; di­ni gü­dü­me alır­sa­nız, la­ik­li­ği gü­dü­me alan­lar gırt­la­ğı­nı­za ya­pı­şır. Çün­kü in­san ger­çe­ği­ni tah­rip et­miş­si­niz. Den­ge­yi, gü­ve­ni yık­mış­sı­nız. Kim­se­nin kim­se­ye say­gı­sı, sev­gi­si kal­ma­mış­tır. Böy­le bir sü­re­ce gi­ren top­lum­, hu­zu­ru an­cak rü­ya­lar­da gö­rür. Türkiye bu kahırlı süreci yaşayan ülkeler arasındadır.

Bir fikir ve ilim adamı olarak bize gelince, biz ne di­ni sö­mü­ren saltanat dincilerine ne de la­ik­li­ği dinsizlik ha­linde sun­mak is­te­yen inkâr yo­baz­la­rı­na dostuz.

Bir kez da­ha söy­le­ye­lim:

La­ik­li­ğin din düş­man­lı­ğı­na, din öz­gür­lü­ğü­nün de Arapçılık, Arapçacılık ve haçlı emperyalizm hizmetkârlığına pa­ra­van ya­pıl­ma­sı­na en­gel olu­cu ay­dın­lı­ğı or­ta­ya koy­mak, bi­zim ilim ve vic­dan bor­cu­muz­dur.

Sıkıntı riski ne denli yüksek olursa olsun, klik­le­rin ve yivi-seti yalama yapmış po­li­ti­ka simsarlarının onay­la­rı­nı de­ğil, il­min ve hukukun ev­ren­sel ilkeleriyle, ülkemizin ih­ti­yaç­la­rı­nı esas almaktayız.

Biz, işte böyle yapıyoruz. Böyle yapmaya devam edeceğiz.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget