Saklı bir kent düşünüyorum, umuda açılan bir pencere, yarınların aydınlığını arayan çocuklar...
Gün gelecek, çektikleri acıları anlatacak o çocuklar büyüklere...
Beslenen kini, öfkeyi, acıyı...
O kin siperlerini...
Duygularımızı, düşüncelerimizi...
Kalelerden sarkan alev alev çiçekleri, masalsı hayatları, ölümleri, acımasızlığı, her şeyi ama her şeyi anlatacak onlar.
Onlar konuşacak Uludere’yi, sınır boylarında öldürülen çocuklarımızı, eli kanlı terör örgütünü, yoksulluğu, din bezirgânlığını.
Anlatacaklar, Kürtler üzerinden yapılan siyasal iktidar savaşlarını, çıkarı, Tahrir Alanı’nda demokrasi ateşinin yakılmadığını.
Saçlarımızı ağartan güç günleri, şairin dediği gibi... Çektiğimiz acıları, Egito Gonçalves’in soruşturma sırasında ölümünü, korkularımızı...
Öfke, kin, nefret artarken umuda giden yolun, aydınlık sabahlar olup olmayacağını.
***
Alev alev yanan bir günün içinde bakacak yaşlı gözlerle çocuklar...
Yaşadıkları coğrafyaya...
Ormanların ıslaklığı içinde gezinirken kuş seslerini dinleyip düşüncelere dalmak isteyecek hepsi...
Avunmak!
Diz çökmek!
Yalakalık!
Sen çok yaşa padişahım!
Böylesine çığırtkanlık yapmayacaklar.
Ve soracaklar:
Van’da analar, babalar, bebeler yazlık çadırlarda kışı geçirirken, Suriye sınırını geçen insanlara her türlü olanağı tanımak vicdanın neresindedir?
Bir gün gelip anlatacaklar çocuklar!
İnsanlığın büyük göçlerini, yakılan köyleri, ormanları, devlet eliyle beslenen, korunan, kollanan, sırtı sıvazlanan Hizbullah’ı...
Aydınlığın o yalın çizgisini!
Renkleri!
***
Acıları toplarken dağların yamaçlarından, bulut kümelerine bakıp nefes alırlarken ne mi hissedecekler?
Dağ çiçeklerinin kokusunu!
Erdemli olmayı!
HES eylemlerini!
Hopa’da biber gazından etkilenip ölen emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu...
Kaçkarlar’ı, Kozak Yaylası’nı, Köyceğiz’i, Erzurum’u!
Sivas katliamındaki zamanaşımını, Gazi Mahallesi’ni, Nevruz’da polis şiddetiyle yaşamını yitiren Hacı Zengin’i, Başbağlar’ı...
Çokuluslu altın avcılarını!
Eşme Kışladağı’nı, Erzincan İliç’i!
Su saydamlığındaki havayı!
Dağlarımızı, vadilerimizi, ormanlarımızı!
Yeni “İslam modeli” eğitim sistemini!
Mezhep ve ırk ayrımcılığını!
Çocuk gelinleri!
***
Okula giderken bakacak sağa sola ve yazacak kurşun kalemiyle kareli defterine...
Din simsarlarının oy avcılığını!
Cennet ve cehennem masallarını, günahı sevabı, Erbakan’ın davalık olan milyonlarca liralık mirasını...
Zamanın içinde, yıldızlı geceleri, alaca bir şafağı bekleyen çocuklar, mavi tebeşirle umudun resmini çizerlerken hep aklına gelecek bu olup bitenler.
Irmak kıyısında, salkımsöğüt ağaçlarının altında hep düşünecek çocuklar...
Ceylan’lar, Ahmet’ler, Elif’ler, Baran’lar, Ceren’ler duru bir güzelliği bekleyecekler.
Çekilen acıları anlatacaklar belki gülüm, ölüm yüzyılında, tahta kapıların ardında...
O kin, nefret ve öfke siperini onlar kıracaklar, onlar yazacaklar yaşamın derinliğinde gördüklerini, yaşadıklarını...
***
Güneşle kucaklaşan bir körfezin, Edirne’den Hakkâri’ye değin uzanan bu güzelim yurdumun çocukları bilecekler bir yüreğin dünya üzerinde dolaştığını!
Yılgınlığı!
Korkuyu!
Baskıyı!
Acımasızlığı!
Cebinde yumurta bulunan, poşu takan üniversiteli gencin terörist yaftasıyla aylarca zindanda yatışını...
Sonsuz ahenk içinde kapalı ufuklara doğru yürüyen emekçileri...
Sömürgeci zihniyeti!
Emperyalizmin ağababalarını, semaye-emek çelişkisini onlar yazacak suların üzerine.
Böylece tarihe bir not düşecekler Aydınlanma Devrimi’ni yıkıp “ıIlımlı İslam”ı yaşama geçirmek isteyen sömürgeci ve emperyalist güçlere ve onların taşeronlarına inat!
Yorum Gönder