Erol Manisalı, Türkiye’nin Avrupa rüyasının nasıl bir ham hayal olduğunu, anlayan kafalar için hiçbir tereddüde yer bırakmayacak açıklıkla yazdı; anlamadılar bir daha yazdı, anlamadılar yılmadı yine yazdı.
Sonunda gerçek kafalara dank etti.
Başlangıçta, çok da aşırı kötümser, abartılı bulanlar oldu. Söyledikleri teker teker çıktı, artık kimse itiraza cesaret edemez oldu.
Erol Hoca dünkü köşesinde “Ortadoğu’da Siyasal İslamın Kurumsallaşması” başlıklı yazısında, ABD’nin bölgeye yeni bir biçim verme girişimleriyle aynı zamana rastlayan gelişmeler sonunda siyasal İslamın bütün Ortadoğu’da kurumsallaşması sürecinin yaşandığına dikkati çekiyordu.
Gerçekten de Hoca’nın dediği gibi, Libya, Tunus ve Mısır’da siyasal İslam tabanını genişletip iktidara yürüyor. Mısır’da siyasal İslam askerlerin de müzaheretiyle iktidara yöneliyor.
Burada bir an duralım. Bizdeki ordu siyasal İslam çelişkisine bakanların yanılmamaları için belirtelim ki, Arap dünyasında askerler ile siyasal İslam bir süre birlikte kol kola yürüyebilirler. Bu ülkelerde illa iki kesim arasında bir karşıtlık olması şart değil. Nitekim Mısır Nâsır döneminde, Müslüman Kardeşler-ordu karşıtlığını yaşamış, hem de daha sonra, askerlerin İslami akımlarla kucaklaşmasına tanık olmuştur.
***
Kısacası Erol Manisalı Hoca’nın da belirttiği gibi, Tunus’tan Irak’a, Mağrip’ten Maşrık’a Arap dünyasında siyasal İslam kurumsallaşmaktadır.
Batı Dünyası bu süreci sevinçle karşılamakta ve Arap Baharı olarak nitelemektedir.
Kimileri Batı’nın bu sevincini paylaşmakta, Arap dünyasındaki demokratikleşmeye kucak açmaktadır.
Arap dünyasıyla böylesine içli dışlı olmuş ülkelerin, böylesine önemli bir konuda yanlış tanı koymaları, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir rejimi, özgürlükçü olarak nitelemelerindeki yanılgı kimilerini şaşırtmaktadır.
Oysa Batı’nın herhangi bir yanılgısından söz etmek mümkün değildir.
Ortada yanılgı falan yok.
Yapılmış bilinçli bir seçimin sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Başta ABD ve ardından da AB’nin bilerek isteyerek, hesaplayıp ölçüp biçerek Ortadoğu’ya biçtiği giysi budur.
“Bon Pour l’Orient” (Yalnız Doğu’da geçerli) demokrasi Ortadoğu için biçilmiş kaftandır.
Bir adı da “ılımlı İslam” olan bu rejimin özelliği, İslami muhafazakârlığı, küreselleşen kapitalizmin çıkarlarıyla bağdaştırmayı becermiş olmasıdır.
***
Aslında rejim, küreselleşen kapitalizmin çıkarlarını İslami muhafazakârlıkla bütünleştirdiği için her ne kadar ılımlı diye adlandırılsa bile, esas itibarıyla, uyumlu İslam olarak okunur.
Burada esas olan öğe, küreselleşmenin amir hükümleriyle çelişmemek, herhangi bir çatışmaya girmeden, küreselleşmenin egemeni ABD’nin ya da başka adıyla finans kapitalin hegemonyasını kabul etmektir.
Hegemonyayı itirazsız kabul ettikten sonra, istenen tek şey, toplumsal çalkantıları bir ölçüde kontrol altında tutabilecek bir seçim sistemiyle, sandık başına gidilmesidir.
CIA’nın da araştırmaları göstermiştir ki, Müslüman ülkelerde hegemonya sorgulanmadan, sandık başına gitmenin ve güvenli sonucu almanın en emin yolu ılımlı İslamın kalkanı arkasına sığınmaktır.
Küreselleşen kapitalizmin bu yeni buluşu, kimilerinin yıllar yılı düşlediği Türkiye’nin model ülke olma rolünü de gündeme getirmiştir.
Bir zamanlar iyi kötü götürdüğü Kemalist modeli laik yapısı dolayısıyla, Arap ülkelerine model oluşturmayan Türkiye, artık Tayyip Bey’in öncüsü ve simgesi olduğu ılımlı yazılan uyumlu okunması gereken İslami rejimin en iyi modeli olarak artık bölgeye ve buradaki Müslüman ülkelere örnek olarak gösterilmektedir.
Bölgedeki tüm çekişmeleri ve çatışmaları da Türkiye’nin model ülkesi olduğu bu rejimin oturması çabaları çerçevesinde görmek gerekmektedir.
Yorum Gönder