Ülkemizde öyle konular var ki önemli olmalarına
karşın davulcu öksürüğü gibi ya arada kaynıyor ya da kimi çevreler küçültmek ve
yozlaştırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Bunlardan kimilerini anımsatmaya
niyetlendim.
***
Eskiden “kamu
hizmeti” kavramı en değer verilen kavramlar
arasındaydı.
Halka işletmecilik yaparak hizmet sunan kamu
kurumları zarar etmeyi bile göze alarak çalışırlardı.
Örneğin Şehir Hatları
İşletmesi vapurlarının son seferleri kışın
00.30’da, yazları 01.30’da sona ererdi.
Araba vapurları geceleri daha uzun aralıklarla da
olsa çalışırlardı.
Özelleştirmelerle ticaret öne çıkınca kamu hizmeti
de geliri dikkate alınarak tırpanlanmaya başladı. Vatandaşa “ne halin varsa gör” denilir oldu.
***
Çok kızılan 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar bir
yandan sözüm ona yargılanıyorlar ama öbür yandan çıkardıkları yasaların çoğunun
uygulanmasına ses çıkarılmadığı gibi yürürlükte kalmaları için büyük gayret
gösteriliyor.
12 Eylül yasalarından biri daha Türk Hava
Yolları’nda örgütlü Hava-İş
Sendikası’nın grev kararı
almasıyla gündeme geldi.
Grev kararını alan sendikacılar neredeyse vatan
hainliğine kadar varan haksız suçlamalarla karşı karşıya kaldılar.
İktidar ve yandaşları hop oturup hop
kalktılar.
Oysa toplu iş sözleşmesi Grev ve Lokavt
Yasası’nı demokratik bir ülkeye
yakışır biçimde değiştirselerdi, toplu iş sözleşmesi görüşmelerini sürelere
bağlı olmaktan kurtarabilirlerdi.
Benimsendiği görülen 12 Eylül kafasına göre toplu
iş sözleşmelerinde aşamalar şöyle işliyor.
Görüşmelere başlama tarihinden sonraki 60 gün için
anlaşmaya varılması öngörülüyor. Uyuşmazlık tutanağı tutulması halinde hakeme
gidildiğinde de anlaşmaya varılamazsa 60’ıncı günde grev kararı alınması zorunlu tutuluyor. Alınmazsa
sendikanın o işyerindeki yetkisi düşüyor.
Zorunlu grev kararının alındığı tarihten sonra
ikinci bir 60 günlük süreç başlıyor. Bu süreç içinde de işverene 6 gün önce
bildirerek grev kararının uygulanması gerekiyor. Uygulanmazsa yine sendikanın
yetkisi düşüyor. Hava-İş’e haksız
yere yükleneceğinize yasayı adam etseniz daha doğru olmaz mı?
***
Yasaya göre GDO’lu ürünlerin ülkeye sokulması yasak. Ama yasak ilk kez 2013 yılında
uygulamaya konuldu ve ABD’den
ithal edilen pirinçlerde GDO saptanarak yargı yoluna gidildi.
Raporlarda GDO saptandığı belirtildi ardından da
tartışma başladı.
Pirinçler GDO’lu değilmiş ama GDO artıkları bulaşmış, yenmesinde sakınca
yokmuş(!).
İnsanın aklı almıyor. Çernobil patladıktan sonra da
çaylarda radyasyon olmadığı ileri sürülmüş, hatta dönemin bakanı bu görüşü
kanıtlamak için bardak bardak çay içmişti.
Ancak arkadaşımız Şükran
Soner 1988’de aldığı raporla
radyasyonu kanıtladığında gerçek zorunlu olarak kabul edilmişti.
Şimdilerde GDO için benzer kuşkular yaşanıyor.
Bakalım bu kez de bilim siyaseti yenebilecek mi?
Yorum Gönder