Yoldaki kitaplarımdan biri olan ‘Sosyal Adalet Fikrinin Öncüsü Ebu Zer’
üzerinde çalışıyorum. Daha doğrusu kitabın son rötuşlarını yapıyorum. Bu
münasebetle birkaç söz söyleyeceğim. Bunu Ebu Zer konusunda ister
‘ağzınıza bir parmak bal çalmak’ olarak alın, ister ‘vicdanınıza bir
sızı akıtmak’ olarak…
İslam Peygamberi’ne inananların dördüncüsü olan Ebu Zer insan hakları,
sosyal adalet ve hakça paylaşım konularında Müslüman tarihin ilk büyük
savaşçısıdır. İslam Peygamberi’nin “Güneş, Ebu Zer’den daha dürüst ve
doğru bir adamın üstüne doğmadı” diyerek yücelttiği Ebu Zer, Emevî
Arabizmine karşı savaştığı için Emevîci Müslüman aydınlar (!) tarafından
unutturulmuştur. Bilinmelidir ki, Ebu Zer, bizzat dindaşları tarafından
kahır ve işkenceye uğratılıp dışlanmış, ‘sivri fikirli’ bir fesatçı
olarak damgalanıp kenara atılmıştır.
Şimdi birileri çıkıp, “Müslümanların, sosyal adalet, toplumculuk,
paylaşım gibi değerlerle ilgili hangi fikri, hangi mücadelesi var?”
diyerek cehalet pazarladığında ‘muhafazakârlığa’ (emperyalizm
muhafızlığına) dokunmamayı din bellemiş birtakım adamlar iki şeyden
birini yapmaktalar: Ya “Bizim de sosyal adaletçilerimiz var, onlar da
sosyalist ve komünist düşüncelere sahipler” gibi laflar ederek Ebu Zer’i
komünistleştirmek ya da Ebu Zer’i, sosyal adalet fikrinde işi
çığırından çıkarmakla itham edip etkisizleştirmek.
Bu tatlı su aydınlarını dinleyenler, Ebu Zer’in Marx, Engels gibi
sosyalist teorisyen ve eylemcilerden sonra yaşadığını, onları izleyerek
sosyal adaletçi fikirler geliştirdiğini mi düşünüyorlar? Böyle
düşünüyorlarsa, tarihi tersinden okuyorlar, bin yılı aşkın bir zamanı
yok sayıyorlar demektir.
Şu gerçeği görmeyecek miyiz: Ebu Zer, bir büyük Kur’an mümini olarak, en
eski Batılı sosyalistlerden yaklaşık bin yıl önce yaşamış ve
paylaşımcılığın, sosyal adaletin hem ilk mücadelesini vermiş hem de
metafizik dayanaklarını ortaya koymuştur. Eğer bu konuda birilerini
birilerine uyduracaksak, Batılı sosyalistleri Ebu Zer’in çömezi yapmamız
gere-kir. Tarih de vicdan da bunu emreder. Hal böyle olunca, paylaşımcı
bir mutluluk toplumunu Marx ve şürekâsında değil, Ebu Zer ve dayandığı
ölümsüz ilkelerde aramalıyız. Tarihe, insana, gerçeğe, devrimciliğe,
hakka saygı bunu gerektirir. ‘Solcular’ın çuvalladıkları yer işte
burasıdır. Dahası var:
DİNCİ BAŞARININ SIRRI
Yakalarına taktıkları rozetlerle ‘Atatürkçülük’ hegemonyası kuran ama
esasında Atatürk’ün iman ve dehasından zerre kadar nasibi olmayan
birtakım ‘basireti tutuk adamlar’ın hüsran sebeplerinin başında da
andığımız o ‘solcu’ zihniyete teslimiyeti görmekteyiz. O solculukla bu
Atatürkçülük ele ele vererek, Türkiye’yi çöküşün eşiğine getirdi. Nasıl
mı?
Türkiye’yi çökertmek isteyen haçlı emperyalizmle onlara içeride ‘Atatürk
düşmanlığı’ adına kulluk eden dincilik ekiplerinin bir numaralı enerji
kaynağı, ‘basireti tutuklar’ın sergiledikleri akıl almaz
tutarsızlıklardır. Türkiye’nin geldiği yeri uzaktan seyredenler de
sanıyor ki, dinciliğin giriştiği büyük işleri kotaracak bir zekâsı veya
dehası vardır. Hayır! Hayır!
Dinciliğin bütün şansı, solculuk ve Atatürkçülük adına hezeyan ve hüsran
sergileyen ekiplerin yanlışlarıdır. Dincilik, bu yanlışlardan
yararlanmada, işbirliği yaptığı haçlı emperyalizmin hünerli
stratejlerinden, toplum mühendislerinden büyük yardımlar aldı ve haçlı
emperyalizmin büyük desteğine mazhar olduğu için, ötekileri pestil gibi
çiğneyip dümdüz etti. Olan, muhteşem iki mirasa oldu: 1. Kur’ansal
düşüncenin yarattığı antiemperyalist akılcı miras, 2. Atatürk
aydınlığının yarattığı antiemperyalist akılcı miras.
Bu iki mirasın şaşmaz ve ortak özelliklerinin başında zulme karşı çıkış
gelmektedir. Dincilik, çok büyük bir zulüm olduğu için bu iki miras
dinciliğe de temelden karşıdır. Bu hayatî meselenin ayrıntılarını biz,
‘Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış’ adlı eserlerimizde
ortaya koyduk. Dışarıdaki haçlı emperyalistlerle onların içerideki dinci
muhafızlarını aynı anda rahatsız edişimiz biraz da bundandır.
Yorum Gönder