Hükümetin hazırladığı “Akil İnsanlar” listesi ağırlıklı olarak, “Yetmez
ama evet” çizgisindeki liberallerle iktidarın organik bir parçası olan
muhafazakâr, İslamcı ve diğer faydacı-yandaş isimlerden oluşuyor.
Hukuksal zemini hazırlanmamış, yasal çerçevesi oluşturulmamış,
dolayısıyla siyasal güvencelerden yoksun olan bu girişimin diktatörlük
anayasasının kabulü için toplumsal bir rıza/onay üretimi amacıyla
kullanılacağı açık.
Oluşturulan bu heyet Türkiye’yi temsil etmiyor. Anlaşılan AKP muhalif
toplum kesimlerinin, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin ve solcuların
arasında pek “akil insan” bulamamış. Durum böyle olunca bu girişimden
ne adil bir barış ne de demokrasi çıkar. Bir ülkede ana muhalefet
partisinin bile dışında tutulduğu bir “toplumsal barış” olabilir mi?
Heyette KESK Genel Başkanı Lami Özgen gibi bazı demokratik kitle
örgütleri yöneticilerinin, solcu ve sosyalist kimliğiyle tanınan birkaç
aydının ya da politikacının bulunması tabloyu değiştirmiyor. Listenin
yüzde 90’ını iktidara yakın ya da AKP’nin izlediği politikaları
destekleyen isimler oluşturuyor.
Listedeki isimler arasında kendisini solda tanımlayanlar, diktatörlük
anayasasına “hayır” diyenler, yurtsever ve gerçekten demokrat
olduklarını düşünenler varsa derhal heyetten çekilmelidir.
Çünkü AKP iktidarı soyut ve belirsiz bir “barış süreci” karşılığında,
faşizan yetkilerle donatılmış bir başkanlık rejimine ve gerici anayasaya
“evet” dememizi istiyor. Bu, müstehcen bir tekliftir. Şantajdır!
Reddedilmelidir.
Türküyle Kürdüyle solcular, yurtseverler, cumhuriyetçiler ve gerçek
demokratlar bu şantaja boyun eğmemeli, AKP’nin oyununa gelmemelidir.
Çünkü bu girişim toplumsal muhalefeti teslim almayı hedefleyen bir
operasyondur. Dolayısıyla “Akil İnsanlar” heyeti de bu oyunun sefil bir
aracından başka bir şey değildir.
Gerçekte AKP, anayasa referandumundan sonra her an bu girişimden
vazgeçecek bir çizgide durmayı tercih ediyor. Bu nedenle süreci hukuksal
olarak düzenleyecek yasal ve kalıcı bir zemin hazırlamıyor. Meclisi
devreye sokmuyor. Muhalefet partilerini içerecek bir adım atmıyor. Her
şeyin iktidar partisi ve liderinin inisiyatifinde gelişeceği bir plan
hazırlandığı anlaşılıyor. AKP, “Önce başkanlık rejimi ve yeni anayasa,
sonra barış” diyor.
Bu tabloya bakıldığında Erdoğan’ın BDP’ye kazık atmaya hazırlandığını
görmek için yüksek bir analiz yeteneğine sahip olmak gerekmiyor. AKP
önce diktatörlük anayasasını geçirip, sonrası için “Allah kerim” diyor.
Bu tutum hiç samimi görünmüyor.
Oysa yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin
olmadığı bir siyasal girişim ve “akil insanlar” topluluğu ile “barış”
sağlayamazsınız. Bu girişimin sağlıklı yürümesi, Türk halkının ve
kendilerini “Türk” sayanların da sürece dahil edilmesi ve desteğinin
sağlanması halinde mümkün görünüyor.
Çünkü bu ülkeyi yalnız AKP ve BDP oylarıyla kabul edilmiş bir anayasa ile yönetemezsiniz.
Tayyip Erdoğan geçen hafta “Akil İnsanlar” ile Dolmabahçe’de yaptığı
toplantıda, ‘İkinci Cumhuriyet’i gayri resmi olarak ilan etti. Yeni
rejimin anayasasının çok kritik olan başlangıç maddeleri de önceki akşam
basına servis edildi. Buna göre eski anayasanın laiklik, cumhuriyet ve
egemenlik gibi ilkelerinin düzenlendiği bölümünün değiştirilmesinin dahi
teklif edilmesini yasaklayan 4. Maddesinin iptal edildiği ortaya çıktı.
Yürütme erki ise tümüyle “başkanlık” denilen yeni bir mevkiye
bırakılıyor. Bundan sonra gelecek hamlenin ne olacağını tahmin etmek zor
değil. Yeni anayasa kabul edildikten sonra laikliğin şeklen de kurucu
metinden çıkarılması mümkün olacak.
***
Ülke genelinde giderek katılaşan ve dışlayıcı olmaya başlayan koyu
dinsel söylem, bugüne kadar AKP’nin siyasal hegemonyasını kurmasına
destek veren bazı liberal çevreleri bile ürkütüyor. Kendi değerlerine
ihanet ederek AKP iktidarına katkı sağlayanlar, yarattıkları sonuçtan
korkuyor.
Kuşkusuz ortada inanılması zor bir aymazlık, aldatılmışlık ve bunun
yarattığı bir hayal kırıklığı var. Ancak mevcut tabloyu sadece
“aymazlık’ ile açıklamak da mümkün değil. Çünkü ortada sadece bir
aymazlık yok, insanlığın ilerici birikimine, bu ülkeye ve topluma karşı
bir ihanet de söz konusu.
AKP iç dinamiklere dayalı bir siyasal hareket olsa da, onun esas olarak
ABD tarafından projelendirildiği, desteklendiği ve iktidara taşındığı
fantastik bir komplo teorisi değil, artık bir olgudur. Çünkü AKP, ABD ve
Batı ile çatışarak değil, ancak uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören
siyasal İslamcıların partisidir. Erbakan’ı bu nedenle terk ettiler.
ANAP hükümetlerinde bakanlık yapan ve Süleyman Demirel döneminde
Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olan eski MHP’li Namık Kemal Zeybek,
Bayburt’ta yaptığı bir konuşmada “Tarihi bir sırrı açıklıyorum” diyerek
son derece çarpıcı bir tanıklığını şöyle anlattı:
"Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin
başındayken, ABD Büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek
istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili
sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O
zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. Koalisyon Hükümeti vardı. ‘AKP
diye bir parti kurulursa nasıl olur’ dedi. ‘İyi olmaz’ dedim. ‘Biz onu
destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz’ diye sordu. Ben bu
sırrı açıklamak için çok düşündüm. ABD ve yandaşları tarafından verilen
bu görevle AKP iktidara getirildi." (Namık Kemal Zeybek, 9 Mayıs 2011,
Bayburt)
***
Bütün iktidarı isteyen ve sonuçta ele geçiren, ılımlı da olsa Batı'nın
ve ABD'nin desteğinde İslami bir rejim kurmaya yönelen AKP, ‘I.
Cumhuriyet’i sonlandırmış durumda. Liberallerin ürkmeye başladığı ve
şaşkınlıkla izlediği eğitimin ve toplumun dinselleşmesi, totaliter
eğilimlerin güç kazanması, devletin laikliği koruma refleksinin
kırılması, salt AKP ve Cemaatin yarattığı bir sonuç değildir.
Liberallerin nicel (sayısal) gücüyle ters orantılı olan etkisi,
toplumdaki direniş refleksinin kırılmasında oynadıkları belirleyici
rolden kaynaklanıyor.
Oysa liberallerin fark etmediği gerçek şu; Türkiye iddia edildiği gibi
zaten “katı laik” bir ülke değildi. Bu iddia, entelektüel ortamı
terörize eden İslamcıların hiçbir temele dayanmayan ve fakat sürekli
olarak tekrarladıkları için genel kabule dönüşen palavranın ötesine
geçemez. Tam tersine Türkiye zaten ılımlı bir İslam ülkesiydi. Bundan
sonra ancak ya daha demokratik ve laik bir ülke olabilirdi ya da daha
İslamcı bir devlet ve dinselleşmiş bir toplum... İkincisi oldu.
Türkiye, ucu iç savaşa kadar gidebilecek tehlikeli bir yeni çözülme ve
çatışma dönemine giriyor. Çünkü ülkenin 200 yıllık bir derinliğe sahip
ilerici, aydınlanmacı, cumhuriyetçi ve devrimci damarları kesilmek,
toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek isteniyor. Kürt
siyasal hareketi de bu toprakların ilerici ve aydınlanmacı geleneğiyle
bağlarını koparıyor. Solla arasındaki mesafe derinleşerek bir uçurum
boyutuna ulaşıyor. Daha da önemlisi, seküler bir karaktere sahip olan
Kürt siyasal hareketi, Türkiye ve Ortadoğu gericiliğinin bir parçası
olmanın eşiğinde duruyor.
Oysa Türk halkının, solun, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin içinde yer
almadıkları ve destek vermedikleri bir barış sürecinin başarılı ve
kalıcı olması mümkün değildir. Durumu “Akil İnsanlar” heyeti de
kurtaramayacaktır.
Yorum Gönder