Ortaçağın karanlık dehlizlerinde “büyük
birader” engizisyonunun hışmından kaçarak hem
Papa’nın hizmetinde, hem geçmişten geleceğe uzanan el
yazmalarının peşinde koşuyor Poggio Bracciolini.
Şanslı. Badirelerden kurtulmayı biliyor. Beynindeki şizofreniyi bir
şekilde alt etmeyi başarıyor. Peşine düştüğü el yazması ise
Epikuros’un izinden giden
şair Titus Lucretius Carus’un
günümüzden yaklaşık 2000 yılı aşkın bir süre önce (MÖ 99 - MÖ 55)
yazdığı “De Rerum Natura - Evrenin
Yapısı” adlı olağanüstü, çağlar aşan eseriydi. Bir manastırın
karanlık kütüphanesinde nihayet bulup heyecanla kopyasını çıkardığında
Poggio’nun duyduğu entelektüel hazzın hâlâ, günümüzde
de varlığını sürdürmesine hayret etmeli miyiz?
***
Karanlık zamanlardan geçiyorsak, o eski çağlardan bu yana hızla ve
katlanarak gelişen bilim ve felsefenin akıllara durgunluk veren yolunu hurafenin
“tariki”ne terk etmenin sınırına doğru
yuvarlandığımız bu günlerde, evet, hayret etmeli, hırslı bir iyimserlikle
Lucretius ve ardıllarının satırlarına dönmeliyiz. Bruno, Galileo,
Montaigne, Darwin, Marx... ve günümüzün inatçılarıyla bu karanlık
aşılabilir ve paganların doğayla eşgüdümlü dinginliğiyle geçen o çok zengin
zamanın izi de sürülebilir belki.
Zor olacak, hiç kuşku yok.
Üstelik geçen zamana, gelişen dünyaya, geçip gittiğimiz yüzyılların
birikimine huysuz bir ihtiyar gibi sırtını dönen ve bizi köhne tarikine çağıran
güçlerle uğraşırken canımız sıkılacak. 2000 yıl öncesinden bize seslenen şairin
sözlerinin “kudretli” imamlarımız tarafından
küfür sayılması bizi öfkelendirecek, kendimizi kimi zaman çaresiz hissettiğimiz
de olacak, olsun; Assos’ta dini tartışmak belki artık
imkânsızlaşacak, belki her geçen gün medreseye dönüşen üniversite üniversite
olmaktan, fakülte fakülte olmaktan çıkacak, çıksın; biz sonunda o el yazmasının
artık atomlar kadar çoğaldığını ve yok edilemeyeceğini biliyoruz.
Poggio’dan daha şanslıyız biz.
***
İşte Stephen Greenblatt’ın
‘Sapma’sı elimizin altında. Sevgili
Erdal Öz’ün oğlu Can bu kitabı,
artık meraklısından başka kimsenin hatırlamadığı
Lucretius’u bize bir kere daha hatırlattı. Kitabı
okuyanlar şimdi “De Rerum Natura”nın
İsmet Zeki Eyuboğlu tarafından “Varlığın
Yapısı”, Turgut Uyar-Tomris
Uyar tarafından “Evrenin
Yapısı” adlarıyla çevrildiğini de anımsayacak, bir yerlerden
bulacak, karanlığın içinde bir ışık yakalayabileceklerdir.
Sonra Türkiye CERN’den neden çekildi, kuantum
neden evrenin yapısına değil, hurafenin kapısına kul edilmek isteniyor,
üniversite neden hızla medreseleştiriliyor bir kere daha anlayacak,
“kızlar erkekler ayrı okusun; kadınlar örtünsün, eve kapansın;
her mesele dinin buyruklarına göre çözülsün; bilim, teknikten başka bir şeye
yaramasın” diyenlerle mücadele etme gücü bulacaklardır.
Tarih acılarla doludur. Lucretius’un dediği
gibidir:
“Demek ki baştan beri süregelen savaşı ögelerin / Eşit koşullarda
sürüyor, şurada kazanırken / Yaşama gücü, bakıyorsun yenik düşüyor şurada /
Ağlarken, yas tutulurken bir yanda / Gözlerini güneşli dünyaya açan bebelerin /
Çığlıkları karışıyor ağıtlara / Gün geçmiyor ki, gece geçmiyor ki karışmasın /
Bu bebe çığlıkları ağıt seslerine / Acıyla sevinç çatışmasın
birbiriyle.”
İşte böyledir, zaman akıp gider ve o zamanın tarihinde arada bir duran,
ayak direyen ve “bana uy” diyen can sıkıcı ruh
değil, harekettir her zaman esas olan.
Sonunda biliyoruz Lucretius kazanır.
Yorum Gönder