Türkiye, günümüzün uluslararası siyasi tarihinde aktif bir role sahip gibi görünüyor. Bunun gerçeği ne kadar yansıttığını tam olarak bilemiyoruz. Demeçlere, eylemlere alandaki hareketliliğine bakarsanız, karar verici pozisyonda, en azından karar verenler arasında yer aldığını söyleyenlere inanabilirsiniz. Belki de öyledir.
Ama başka türlü düşünmemize yol açacak olgular da var.
***
Türkiye sınır komşusu Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmiş durumdadır. Başka gerekçeler söyleniyor olsa da “Batı böyle istiyor”dan başka “mantıklı” bir gerekçe yoktur. İsyancılara her türden yardımını gizlemeyen siyasi iktidar, iç savaşta “birdenbire” ortaya çıkan ve silah sıkmadan, yani Suriye yönetiminin geri çekilmesiyle sınıra yakın bazı kasabalarda egemen olan Kürt oluşumundansa rahatsızdır.
Tablonun daha genel görünümünde ise Batı’nın tüm araçlarıyla Suriye yönetimini çökertmek için çaba gösterdiğini, sonra nasıl bir Suriye olacak sorusunu o kadar da önemsemediğini görüyoruz. Suriye ise kendi çıkarları gereği Rusya, İran ve Çin’in şimdilik küçümsenemez desteğine sahiptir. Akdeniz savaş gemilerinin karşılıklı konumlandığı bir denizdir artık.
***
Bu tabloda Türkiye’nin aktif mi, pasif mi, sürüklenen mi, sürükleyen mi olduğuna, olacağına karar vermek kolay değil. Büyük aktörlerin kendi tabiatları gereği zücaciye dükkânına girmiş fil tavrıyla hareket ettiklerini biliyoruz. Irak’ta, Libya’da yaptıkları ortadadır. Şimdi aynı stratejiyi Suriye’de uyguluyorlar. Peki daha sonrası? Böyle bir tabloda Türkiye’nin çıkarlarını koruyup kollayabileceği bir pozisyonda olduğunu söylemek kolay mı?
Kolay değildir, çünkü siyasi iktidarın Türkiye’nin geleceği konusunda tuhaf fikirleri var. İktidar, Batı’nın hesaplarıyla da denk düştüğü mantığıyla, Türkiye’nin çıkarını “bölgede etkinlik kurmak” olarak kurgulamış görünüyor. Bunun için ideolojik bir temel oluşturdu ve bunu iç politikadaki genel hikâyesiyle, hevesleriyle birleştirmeye niyetli.
Peki gerçek ne diyor? Bu kurgu gerçeği yansıtıyor mu?
Bakınız Kürt uzmanı, CIA ideoloğu ya da stratejisti Henri Barkey ne diyor?
“Şunu biliyoruz ki Suriye’de Esad uzaklaştırıldıktan sonra ciddi bir merkezi hükümet kurulmayacak. Uzun müddet, bir galeyan olacak Suriye’de. Bu galeyanda Nusayriler, Sünniler, Dürziler, Hıristiyanlar, Kürtler olacak. Bunlara bakınca, iki büyük ayrılık, Nusayrilerle Sünniler arasında olacak. Hıristiyanlar da Nusayrilerin yanında olacak. Böyle bir ortamda Kürtler denge unsuru olarak ortaya çıkabilir.”
Başka şeyler de söylüyor:
“Kürdistan’da en güçlü kuvvet Barzani. İleride Suriye’de Barzani olacak. (...)Suriye’de, Türkiye’de, Irak’ta ve İran’da bir Kürt etnisitesi var. ‘Bunlar yok’ dersek, ortadan kalkmayacaklar. Ok yaydan çıktı. Artık yapılması gereken bunun yönetilmesi süreci.” (Şenay Yıldız söyleşisi; 30 Temmuz 2012; Akşam)
***
ABD yönetiminin bölgeyle ilgili stratejisinin ne olduğu ortadadır. Barkey açık ve net bir şekilde söylüyor. Suriye parçalanacak. Kürtler Suriye’de farklı etnisiteler arasında Barzani yönetiminde denge unsuru olacak ve Türkiye artık İran’da, Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’deki Kürt varlığını görmek durumunda. Ok yaydan çıktı, artık yapılması gereken bunun yönetilmesi.
Türkiye bu süreci yönetmeye hazır mı, niyetli mi? Kendi Kürtleriyle nasıl barışacağını biliyor mu? Bu büyük oyunda Akdeniz’de savaş gemileri kaynarken, sıradan sayın, yedi düvel sırtlan dişleriyle Ortadoğu’ya girmeye hazırlanırken oyun kurucu muyuz biz?
En hayati, canlar yakan sorununu çözememiş bir Türkiye, hayali stratejik derinliklerde boğulup gitmez mi?
Yorum Gönder