Zafer İçin Gerekli Koşul Kolay Yargı, erk mi? - Işık Kansu
Unutturulmak istenen bir ulusal bayramımız daha yaklaştı. Zafer Haftası içindeyiz. Hedeflenen zafere ancak akıl ile ulaşılabildiğinin en somut kanıtını bilinçlerimizde yeşerteceğimiz bir hafta bu.
“Kurtuluş Savaşı Kadınları” adlı çalışması ile 2006 Yunus Nadi Sosyal Bilimler Araştırması Ödülü’ne değer görülen araştırmacı-yazar Zeki Sarıhan da, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na atılanların “çılgın” olduğunun söylendiğini, oysa Kurtuluş Savaşı’nın önderlerinin tam tersine hesap kitap adamı olduklarını düşünenlerden.
Sarıhan’a, “Zafere giderken bu hesap kitap işine, akıllılığa örnekler verebilir misiniz” diye sorduk. Şu yanıtı verdi:
“1914’te milletin ihtiyaçları gözetilmeden, Meclis’e, hatta hükümete bile danışılmadan Türkiye devletinin ve Türk milletinin ‘Harbi Umumi’ ateşi içine atılması bir daha aynı hatanın yapılmaması için büyük bir ders oldu. Bu dersi Türkiye hem Kurtuluş Savaşı’nda, hem İkinci Dünya Savaşı’nda kullandı.
Kurtuluş Savaşı’nda Mütareke’nin imzalanmasından hemen sonra imparatorluğu yeniden kazanmak için değil (çünkü bu artık mümkün değildi), Türklerin yaşadıkları toprakların Türklerde kalması için her yanda Müdafaai Hukuk dernekleri kuruldu. Bu, mücadelede meşru ve mantıklı bir çizginin ifadesiydi. Bunun ardından kongreler dönemi başladı ki, bu da milletin milli bağımsızlık için harekete geçmesi anlamına geliyordu. Silahlı direnme örgütlerinin kurulması üçüncü aşamadır ancak bunda da milletin kaynaklarını israf etmeyecek ve sonuçsuz kalacak hareketlerden sakınıldı. Uzun süre savunmada kalındı ve üstün düşman kuvvetleri karşısında geri çekilme ve kuvvet toplama stratejisi uygulandı. Zaferi güvenceye almadan bir çılgınlık yapılmadığının en önemli kanıtı, Sakarya Savaşı’ndan sonra uzun bir askeri ve politik hazırlık yapılmasıdır. Batı Cephesi’nde 200 bin kişilik Yunan ordusunun karşısına 200 bin kişilik bir ordu çıkarılıncaya ve bu ordunun talim ve terbiyesi tamamlanıncaya kadar saldırıya geçilmedi. Meclis’te bazı mebusların ‘Daha ne bekliyoruz?’ eleştirilerine rağmen Türk Genelkurmayı 1922 yazını da hazırlıklarla geçirdi. İngilizlerin Misakı Milli’yi kabul edip etmedikleri de yoklandı. Ancak askeri bir çözüm dışında seçenek olmadığı anlaşılınca ve ordu da hazır hale gelince 26 Ağustos 1922’de kesin sonuçlu bir saldırıya geçildi. Zamanlamanın ne kadar isabetli yapıldığı, elde edilen zaferden anlaşılıyor. Bu doğru zamanlamada ve hesaplamada Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi için başarı getirmeyecek hiçbir harekete girişmeme tutumunun da etkisi vardır. O bir hesap-kitap adamıdır.”
Hitler, gözü dönmüş bir çılgındı. Atatürk ise, akıllı bir halk önderi.
Bizim yönümüz akıldan yana. Dün de böyleydi, bugün de böyle olmalı.
Tabut, yas, gözyaşı, çığlık, işkence, ölüm. 1970’lerden bu yana yaşadıklarımızın sözcüklere yansıyan hali...
Bunca acıyla yorgun düşürülmüş,
umarsızlaştırılmış bir halkı yönlendirmek, kandırmak kolaydır.
İşin kolayını buldular, ülkeyi yönettiklerini sanıyorlar.
12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde de, yargı, ayrı ve bağımsız erk olma kimliğinden uzaklaştırılmıştı. Yargı-Sen kurucusu Ömer Faruk Eminağaoğlu, bugünü, yani “ileri demokrasi” aşamasındaki durumu ise şöyle anlattı:
“Adalet Bakanı hâlâ daha HSYK başkanıdır ve de 2001 yılından itibaren Adalet Bakanı MGK üyesidir. MGK üyesi bir HSYK Başkanı... 2010 yılından itibaren Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni Müsteşarlığı bünyesindeki istihbari kurul üyesidir ve bu kişi aynı zamanda HSYK üyesidir. 12 Eylül’den itibaren HSYK içinde olması eleştirilen Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın bu durumu korunduğu gibi, HSYK içinde artık MGK üyesinin dışında bir istihbaratçı da vardır... Türkiye böyle bir dönemi yaşar hale gelmiştir...
Danıştay tarafından iptal edilen yönetmelikler ya başka bir yönetmelik olarak düzenlenmekte ya da yasa haline getirilmektedir. Danıştay kararlarını uygulanamaz kılan yasalar çıkarılmaktadır. Yargı kararlarına uyması, hukukun üstünlüğünü gözetmesi gereken yasama ve yürütme organlarının bu işlemleri de yargının ayrı bir erk olması kimliğine aykırılık oluşturmaktadır. Erkler ayrılığında, yasama, yürütme ve yargı erklerinin biri diğerinden üstün değildir. Ancak her üç erk de hukukun üstünlüğünü gözetmek durumundadır. Aralarında dengeli bir iş bölümü söz konusu olması gerekirken, bugün yürütme, yasama organına hâkim olmanın dışında, yargı organlarını da istediği gibi biçimlendirmektedir. Hükümet KHK ile yargı alanını bile düzenleme yoluna gidebilmektedir... Hiçbir çevrede tartıştırılmadan hükümetin gizli planlarını yürütebilmek için ‘terör mahkemeleri’ adı altında sadece hükümetin biçimlendirildiği, ÖGM’lerin bir ileri adımı yaşama geçirilip, uygulamaya sokulabilmektedir...”
Terazi, artık gözü bantlı kızın elinde değil... Bunu bilmekte yarar var.
Yorum Gönder