Sabah saat 08.00 sıralarıydı. Güneş, havalandırma duvarının üzerindeki tel örgülere yenice doğmuş, usul usul duvardan aşağı süzülmekteydi.
Gökyüzü bahçesine baktım. Gelmemişlerdi. Oysa dün bu saatlerde bulutların altında yüzlerce alaca avize gibi duruyorlardı. Ne güzel bir şölen olmuştu. Dakikalarca izlemiştim geçişlerini.
Derken, çok katılımlı bir ses duydum. Nasıl tarif etsem? Seğmenler Parkı’ndaki selvi yapraklarının şiddetlenen rüzgârda oluşturduğu koro gibi... Hızını arttıran yağmurun çam denizine dökülüşü gibi...
Öylesine tatlı bir hışırtıyla indi gökyüzündeki ses.
Nedir demeye kalmadan havalandırmanın hemen üzerinden geçişe durdu leylekler.
Seyir alçaktan olunca, kanatlarını çırpmadan uçsalar da doğal bir melodi yağıyordu aralarından.
***
Her yıl ağustos ayının ikinci yarısından itibaren İstanbul semalarında bir şölen başlar. Yazın kuzeye göçen kuşlar, kışı geçirmek için sürüler halinde öbek öbek güneye, Afrika uçlarına doğru akın ederler.
Dünyada göçmen kuşların kullandığı üç ana göç yolu var. Cebelitarık, İstanbul Boğazı ve Çoruh Vadisi.
Daha önce kitaptan edindiğim bu bilgiyi 4 yıldır yaşıyorum. Ana mevsim değişikliklerinde göçmen kuşlar ilk haber veriyor. Silivri cezaevleri zincirinin, gecenin karanlığını delen dev ışıkları, sıklıkla onları yanıltıyor. Çok iyi bildikleri göç yollarından şaşırtabiliyor. Havalandırmanın bir köşesinde, korku dolu gözlerle sinmiş bir bıldırcınla karşılaşabiliyoruz kimi sabahlarda...
Leyleklerse daha farklı. Gökyüzü, avuçlarının içi gibi. Sanki kanatlarında harita, gözlerinde pusula var.
Koca dünyayı şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, mevsimi gelende yola düşesi diye ayırıp yuva edinmek ne güzel.
Ağustos ortasında uğurladıklarım Nil deltasına ulaşmış olmalı. Akdeniz üzerinde yüzlerce mil uçtuktan sonra ne güzeldir İskenderiye ile Dimyat arasında alabildiğine uzanan bereketli kıyılara doğru süzülmek...
Nil deltası, uygarlığın atası... Sadece uygarlığın mı, doğal yaşamın da. Zaten ikisi birbirini çoğaltmış.
Nil kıyılarında t-onlarca çeşit kuş anımsıyorum. Dayanamayıp, kim bilir kaçının fotoğrafını çektim. En çok develerin sırtına konup oradan beslenen, derisini temizlediği için deveyi de mutlu eden kuşlar aklımda kalmış...
Sevgili göçmen kuşlar,
Yolunuz açık olsun. Güle güle gidin, mevsimi gelince güle güle dönün. Dilerim bu iklim değişiklikleri, çarpık yapılaşmalar, Çoruh’un ruhunu boşaltan barajlaşmalar sizi çok olumsuz etkilemez.
Lütfen ısrar etmeyin, gelemem sizinle. Ben bu topraklara aitim. Geçmişte sizin göç ettiğiniz coğrafyaların neredeyse tümüne gittim, gezdim. Ama görüp tanıdıktan sonra yine hemen bu topraklara döndüm. Zaten bu topraklarda yaşayan insanlara bilgi vermek, yazmak için gitmiştim o coğrafyalara.
Gelemem dedim sevgili kuşlar. Ne olur, siz yanlış anlamayın; beni kovmaya kalksalar yine ayrılmam bu topraklardan. Adı üstünde siz göçmen kuşlarsınız, göç yollarınız var; hani “yollar size memleket” desem yeridir. Ama bana bu topraklar memleket.
Ne dediniz? Anlamadım... Bu topraklarda da öç yolları mı var? Bunu da nereden çıkardınız, konuyu buraya getirmenin ne gereği var, canlarım benim?
Benim aklımdan da mı hep bunların geçtiğini düşünüyorsunuz? Yok daha neler...
İnsanlar kendilerini güdemezler, kin güderler, aklın yolunu değil öcün yolunu ararlar, insanın insana ettiğini hiçbir canlı türü birbirine etmez...
Ne biçim laflar bunlar sevgili kuşlar, sizin gaganızdan çıkanı kanatlarınız duyuyor mu?
Nasıl yani? Önünde sonunda öç alma duygusu beni de pençesine alır ha? Çektiklerimi kimsenin yanına bırakmayacağım diye başlayınca arkası gelir ha? Böylesi duyguları diri tutmazsam aptal yerine konulurum ha?
Göç yollarınız açık olsun sevgili kuşlar... Öç yollarını kapatmak isteyen insanların sayısı da az değildir.
Ama özgürlüğünüz imrenilmeyecek gibi de değil...
Aldım kanat selamlarınızı, daha fazla durmayın.
Özgürlükte yapmak istediklerimi soldurmayın.
Yorum Gönder