Uğur Mumcu 70 Yaşında - Ali Sirmen
Aslında bugün değil, dündü.
Dün Uğur Mumcu’nun 70 yaşı alışılmışın dışında bir kitap ile kutlandı.
Her şeyden önce şu soru yanıt bekliyor:
Menfur bir suikasta kurban giden birinin ölümünün üstünden yirmi yıla yakın süre geçtikten sonra, doğum günü mü kutlanırmış?
Tabii ki kutlanır, eğer o insanın yaşamı yalnız kendisine değil, topluma, özellikle de toplumun özgürlüğe, bağımsızlığa, demokrasiye, insan sevgisine ve emeğin yüceliğine gönül vermiş kesimine bir armağansa.
Eşim, yaşamın mucizevi bir armağan olduğunu, onun kadar iyimser olmayan bir dostum ise anlamsız acı bir şaka olduğunu söylerler.
Belki de her ikisi de doğrudur. Yaşayabilmek, evreni kıyısından köşesinden aklının aldığınca algılayabilmek gerçekten bir armağandır eninde sonunda.
Evet, yaşam, yaşayana sunulmuş bir armağandır.
Ama bir de öyle haller vardır ki, o yaşam aynı zamanda yalnız sahibine değil, başkalarına da armağan olur. Çünkü o yaşam kendi pırıltıları ve zenginliğiyle başka yaşamları da daha pırıltılı ve zengin hale sokar. Tıpkı geçen hafta toprağa verdiğimiz Müşfik Kenter’in yaşamı gibi.
Uğur Mumcu’nun da yaşamı böyleydi, böylesine zengin, böylesine pırıltılı bir armağandı Uğur’un yaşamı da bu toplumun insanlarına.
Onlar Uğur’un dünyaya geldiği günde, işte bu armağan için şükranlarını sunuyorlar.
***
Uğur araştırmacı gazeteci, polemikçi bir köşe yazarı, başyapıt haline gelmiş oyunların yazarıdır.
Yalnızca mizahı bile onu başlı başına topluma verilmiş armağan haline getirmiştir.
Bu kez ölümünün üzerinden neredeyse 20 yıl geçtikten sonra, dostları, okurları, arkadaşları, ona yazdıklarıyla teşekkürlerini gönderiyorlar.
Orhan Tüleylioğlu’nun yayına hazırladığı “Uğur Mumcu Ölümsüzdür” kitabı benim kütüphanemde, Uğur Mumcu kitapları yanındaki seçkin yerini alacak. Sizin de kimi seslenişleri okurken, kimi zaman gözlerinizin dolacağından, kimi zaman da göğsünüzün kabaracağından eminim.
Göğsünüz, toplumun, yaşamını benliğini kendisine adayan insanlara gösterdiği candan sevgiye tanıklık eden satırları okurken kabaracaktır.
Bu tür insanların gönül, akıl zenginliklerine gönderilmiş bir teşekkürdür o satırlar.
İki hafta kadar önce, yurdun bir başka köşesinde, yine varlığını topluma adamış birine toplum candan teşekkürlerini, şu anda yaşamakta olduğu Akyaka köyünde bir büstünü dikerek ifade ediyordu.
Tanıyanları “Akyaka köyü” der demez anlamışlardır, Oktay Akbal’dan söz ettiğimi.
***
Doğrusu, toplumun kendisine yaşamını adamış insanlara teşekkürlerini dile getirmek için acele edip, ölümlerinden önce harekete geçmelerini hep yeğlemişimdir.
Burada tek sorun, kimin yarınlara kalacağının yaşamında bilinmesinin çok kolay olmamasıdır. Ama Uğur Mumcu gibi, Oktay Akbal da, yaşamının daha çok ilerlememiş aşamalarında varmış oldukları düzey ve ortaya koyduğu eserlerle ölümsüzlüğü yakalamışlardır.
Oktay Akbal’ın Akyaka’ya büstünün dikilmesine bu açıdan da çok sevindim. Oktay Akbal’ın artık yerleştiği Akyaka, birçok yönüyle olduğu kadar belki bu yönüyle de örnek oluşturacak. Diplomasız, alaylı, ama uluslararası ödüllü mimar ve şairin hası Nail V’nin (Çakırhan) yöresel evleriyle eşsiz kıldığı, son yıllarda adeta Anadolu’nun aydınlanma odaklarından biri haline dönüşmüş olan Akyaka, umarım bundan sonra, orada yaşamış ve topluma katkıda bulunmuş başka insanların da büstleri, heykelleriyle bezenir.
O heykeller, o büstler, o kütüphaneler, o ölümsüzlerin adlarını taşıyan o sokaklar, Ege’nin kıyılarında 20. yüzyılda yaşanmış olan yeni rönesansın asla silinemeyecek olmasının kanıtları olarak duracaktır karşımızda.
Ve o heykeller, o kitaplar, o sokaklar da gösterecektir ki herkese, o rönesansa sövenler, istedikleri kadar sövsünler, bu armağanların eserlerini solduramayacaklardır.
Yorum Gönder