Yalnızlık duygusu, bedensel olmaktan çok ruhsaldır. İnsan yüzlerce kişinin arasında kendini yalnız hissedebilir... Demir parmaklıkların arkasında hücrede
tek başınayken binlerce, hatta milyonlarca insanın arasında hissedebilir.
Yalnızlık hiçbir zaman yalnız değildir. Beraberinde bambaşka duyguları sürükler. Bütün mesele insanın yalnızlıkla kuracağı bağdadır. O bağdır ki, seni alır, demir-beton dinlemez bütün sevdiklerinle buluşturur.
O bağın kökü içindedir. Mücadele gücünü, yaşam sevincini kurutmadan yeşertebilmişsen yalnızlık rehberin olur, seni her yere ulaştırır.
Hatta yoldaşın olur yalnızlık, seni ıssızlıktan korur; çoğaltmak istediğin her şeyde yanında olur.
İyi bir dinleyicidir yalnızlık. Seni binlerce insanla buluşturduktan sonra bir de duygularına, hissettiklerine eşlik eder.
***
8 Ağustos’ta bir yaşıma daha girerken sadece yeni bir yaş kazanmadım, aynı zamanda direnme gücümü, gelecek güzel günler için mücadele etme kararlılığımı artırdım.
Bir doğum gününden daha ne beklenebilir ki...
Yalnızlık da sağ olsun, bütün bu kazanımlarda arttırımlarda yoldaşlık etti bana.
Hep şuna inanmışımdır:
İnsanı bir tek kişi yenebilir; o da kendisidir. İnsan, ancak “yenildim” dediği an, yenilmiştir.
Nâzım bunu bir başka şekilde dizelere dökmüş:
“Esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele.”
İşte teslim olmadığınız an, yaşam pek çok şeyi size teslim ediyor. Nerede olursanız olun gücünüze güç katıyorsunuz.
Kendinize kattığınız güç, salt sizde durmuyor, çoğalarak paylaşılıyor. Yüreği sizinle atanlar da o güçten payını alıyor. Bu, ayrılığın meyveye durması. Bu, acının enerjiye dönüşmesi. Bu, uzaklıkların anlamını yitirmesi.
Marco Polo dünyayı dolaştıktan sonra gördüklerini yazarken demiş ya: “Yaşadığım her şeyi yazmadım, inanmayabilirlerdi.”
Yazı aramızda, ben de bütün duygularımı paylaşmaktan çekiniyorum! 8 Ağustos günü Cumhuriyet’in orta sayfasında kırmızı-beyaz dostlar bahçesiyle karşılaşınca... İzmir’den her birinin taa yürekten olduğunu hissettim gür seslerini duyunca... İstanbul’dan, Ankara’dan zaten hiç ayrı düşmediğimiz dostların toplu selamını alınca... Gazete sütunlarında Zeynep Oral’ın, Ayşegül Yüksel’in, Doğan Hızlan’ın kanatlanmış omzuma konuvermiş gibi heyecanlandıran, gülümseten, içimi kabartan yazılarını okuyunca...
Bütün bunların insanda çağrıştırdıkları sözcüklere dökülebilir mi?
İzmir mektuplarına değinmeden geçemeyeceğim. Hapiste mektup almanın getirdiği zenginliği, yarattığı iklimi yeri geldikçe vurguluyorum.
En çok bütün kuşaklarla kucaklaşabilmek mutlu ediyor beni.
12 yaşındaki bir arkadaşımın “Amca, bütün ailecek senin bir an önce özgürlüğünü istiyoruz. Ben de ayrıca istiyorum. Hatta arkadaşlarım da” deyişi...
84 yaşındaki bir aile büyüğümün, “Canım oğlum, artık bitsin bu çileli günler. Memleketin size ihtiyacı var” sözleri...
Her yaştan insanların, “Şuna inan; seninle birlikte biz de tutukluyuz” diye başlayan hitabı...
Gençlerin, “Abi artık biz geliyoruz” seslenişleri...
***
Bunlar bende ilk şu duyguyu öne çıkarıyor:
Sorumluluk!
Kendime şunu söylüyorum:
Balbay arkadaş, bu sevgiyi hak etmelisin. İnsan kaderini çizemez ama, yönlendirebilir. Demir parmaklıkların arkasında da olsan, ne yapıp edip mücadeleni daha da yükseltmelisin. Daha çok umut, daha çok gelecek üretmelisin. Daha çok insana ulaşabilmelisin...
Türkiye’nin içinden geçtiği böyle bir dönemde sana ulaşan her insan, dışarıdaki sen demek. Kendini, ona karşı sorumlu hissetmelisin.
Bu günler geçecek... Peki bu günlerden geleceğe ne kalacak? Bunu sen ve senin mücadelene inananlar belirleyecek. Bütün mesele, hep birlikte ortak bir hedefe yönelmekte.
Duvarları ne kadar yüksek örerlerse örsünler, gökyüzünden yüksek öremezler. O zaman güneş senin.
Bak Cumhuriyet’le, Cumhuriyetçilerle iyice bütünleştin. CHP, yönetimiyle, örgütleriyle, tabanıyla 40 yıldır aralarındaymışsın gibi seni bağrına bastı.
Bunu hak etmelisin...
Demir parmaklıklara inat. Yazın alev topuna, kışın buz kalıbına dönen betona inat...
Yaşamalısın, üretmelisin...
Yorum Gönder