Sizce bir partiyi diğer partiden ayıran fark nedir?
Ya da bu soruyu bir başka şekilde; üzerinde tartışmak istediğimiz konu açısından soralım:
-Partiler hep iktidar olmak isterler de, yurttaşlar niçin ve ne zaman “iktidarı” bir partiden alıp bir başka partiye vermek isteyebilirler?
Hiç düşündünüz mü?
Partililere sorarsanız yanıtı hazırdır:
“Biz bu işi daha iyi yaparız da ondan verirler” derler.
Ancak bu işin belirleyicisi, partililer değil de adına seçmen dediğimiz sade yurttaş olduğuna göre, bu işlerde asıl onun ne diyeceğine bakılmalıdır.
Peki, onlar yapacağı değerlendirmede neye dikkat ederler?
Gayet doğaldır ki yurttaşlar böyle bir değerlendirmede bulunurken iktidarı değiştirmenin kendisini ne kadar “tatmin” edeceğine bakacaktır; diğerlerinden umutsuzsa ya da önceki tercihinden memnunsa yine eskisiyle devam edecek, ancak ve ancak ondan memnun değilse “artık bunları değiştirelim” diyecektir.
***
Bu aşamada da, yurttaşın iktidardan memnuniyetini nelerin etkilediğini irdelemekte yarar var:
-Bir kere “iktidar” güç demektir.
İnsanlar her şeyden önce bu güce yakın olmak, güçle aynı safta olmak isterler.
Hissettikleri bu yakınlık dolayısıyla da kendilerinde bir güç olacağını düşünürler.
Sıradan insanları bu şekilde bir partiye yakınlaştıran bağlardan birincisi, “Geniş anlamıyla örgüt”tür.
Bir parti piramidi, tepesinden tabanına kadar ulaşan düzenlemede ne kadar iyi yapılandırılmışsa, bu yapı ne kadar iyi işletiliyorsa o partinin yurttaşlara, yurttaşların da o partiye önemli ölçüde yakınlık içinde olacağı; dolayısıyla, partinin kendisini iktidara yaklaştıracak ciddi bir kitleye kavuşacağı açıktır.
Burada sözünü ettiğimiz örgüt, sadece parti şemasındakiler değil; partinin resmi organizasyonunda yer alan ve mahalle delegesinden Meclisteki vekillerine kadar tüm görevliler ile birlikte, “iktidar denen güce” bunlar aracılığıyla ulaşabileceğini düşünen akraba, eş-dost ve yakın çevrelerini de içine alır.
Bu sonuncuların hiçbir resmi kimliği yoktur ama onların belki kendilerinin bile nedenini pek fark edemedikleri bir “aidiyet duyguları” oluşmuştur.
“Gel” dersiniz gelirler, “öde” dersiniz öderler, “çalış” dersiniz çalışırlar.
Bir parti için gerçek anlamdaki örgüt de bu nedenle “hukuki şemada bulunanlardan oluşan topluluk” değil, siz her “ha” dediğinizde “Parti ile birlikte hareket eden insanlar topluluğu”dur.
Örnek verelim, eğer parti iktidarda ise, o partinin falan ilçe belediyesinin falan belediye meclisi üyesini tanıyan mahallelisi bu ilişkisinin kendisine bir gün yarar sağlayacağını bilerek iktidar partisine eğilimli olacak ve onlarla birlikte hareket edecektir.
Muhalefet partileri için düşünelim; aynı kişinin bu üyeye değil de “iktidar şansı olan bir başka partinin” üyesine yakınlığı varsa, kişilerin iktidara yakın olma eğilimi bu defa o partiye yarayacaktır.
Kısacası, milletvekilinden belediye meclis üyesine, hatta mahalle delegesine kadar “örgüt” bu ölçü ve ilişkiler ağı içinde sanıldığından da geniş ve önemli bir potansiyeldir.
Zaman zaman basında “falan kişi şu kadar bin kişiyle birlikte filan partiye katıldı” diye haberlere rast geliriz. Onların içinden biri ya da bir kaçı dışındaki “diğerlerinin” belki daha önceden herhangi bir partiye üyeliği bile yoktur. Bu olayda sadece “bel bağladıkları insan” parti değiştirmiş, onlar da izinden gitmişlerdir.
Bu olgu için belki daha çok, feodal ilişkilerin geçerli olduğu doğu ve güneydoğuda görülür diye düşünülecektir ama iyi düşünülürse bunun daha çarpıcı bir örneğinin oralarda değil tam da İstanbul’un göbeğinde bile yaşanabildiği fark edilecektir.
Genelde insanların bu “iktidara yakın olma eğilimi”nin, iktidardaki ya da iktidar alternatifi siyasi partiler için önemli bir “çekici güç” olduğu kabul edilmekte ve buna dikkat edilmektedir ama bazen de inanılmaz biçimde bütün olumlu düzenlemelerini boşa çıkaran yanlışlara düşülmektedir:
Partiler resmi organizasyonları içindeki denge endişeleri dolayısıyla olacak ki, belirli kademelere taban ile tavan arasındaki iletişimi bozan atamalar yaparlar.
Bu yanlış atamalar, koca bir örgütte sayısal olarak çok düşük yüzdelerle ifade edilse bile; sonuçta ortaya çıkan durum, tabandan tepeye kadar uzanan zincirin halkalarından biri yüzünden bir kesimle olan “iletişim hattı” nın kopmasıdır.
Bu kopma, aynen bir su nakil hattındaki binlerce boru parçasından sadece birinin içindeki tıkanıklığın belki de kilometrelerle ölçülebilecek bütün hattı işlevsiz bırakması gibi bir olaydır.
Siyaset suyunun borusu da, bir yerinden tıkandığında artık o borunun ne ön tarafı, ne de devamı hiç bir işe yaramayacaktır. Aynı uygulama birden fazla hattı tıkayacak biçimde yapıldığında ise partide taban tutma anlamında ciddi kayıpların ortaya çıkacağı açıktır.
***
-Tercih edilebilecek bir siyasi partiyi diğerinden ayıran ikinci özellik, şüphesiz söylemlerinin yurttaşlara iktidar partisininkinden daha cazip ve inandırıcı gelmesidir.
Ancak ne kadar cazip olursa olsun söylemler tek başlarına inandırıcılık taşımazlar.
Burada inandırıcılığı yaratan unsur, tabii ki partinin yetişmiş ve inançlı kadrolara sahipliliği ve bazı söylemlerin bu kadrolarca üretilmiş olmasıdır.
İktidara alternatif olan partinin söylemleri elbette ki o iktidar partisinin söylemleri ile benzeşmemelidir. Çünkü bir muhalefet iktidarla aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyorsa o zaman “ha ali, ha veli” örneği esasta değişen bir şey olmayacağı için “geniş kitleler”üzerinden bir değişim rüzgarı esmeyecektir.
Üstelik değişim isteğinin böylece “dar” bir kesimde kalması ise hem desteği azaltacak, hem siyasi mücadelenin “ülke yönetiminde iktidar” için değil, parti yönetimindeki iktidar” uğruna yapılmasına kayacaktır.
Bir siyasi partinin siyasi söylemlerinin geniş kitlelere hoş gelebilmesi ve kitlelerin bu söylemlere arka çıkmalarının yolu, doğrudan onların yaşamsal gereksinimlerine ilgi gösterilmesinden geçer.
Geniş kitlelerin ilgisini çekmeyecek, onlara ilginç gelmeyecek bazı söylemler sonuçta doğru şeyler olsa bile siyaseten bir israftır, ilgiyi dağıtır ve dolayısıyla yurttaş-parti ilişkisini soğutur.
Yurttaşı arkasına alabilecek söylemler neler olabilir denirse herhalde siyasette bunun yanıtı kadar kolay ulaşılabilecek bir şey olamaz:
Gider, (emekli, işsiz, köylü, genç, kadın vb.) hangi kesim üzerine çalışacaksanız o kesimin sizden beklentilerini sorduğunuzda, kitleler sizin kendilerine hangi konularda ne mesajlar vermeniz gerektiğini en doğru biçimde önünüze koyacaklardır.
Siz sadece onları iyi anlar ve söylemlerinizi ve projelerinizi onların istemleri üzerine geliştirirseniz ve siyasetinizde bir de araya onların dışındakileri sokmaz, yani “sadece onların vekili”, sadece onların gönüllerinden geçenlerin sözcüsü olursanız, sonuçta onların da sizin de aradığınız çözüm bulunmuş olur.
Yorum Gönder