Cumhuriyet yazarı Kürşat Başar, ın 1 Mart 2012 yazısı :
TÜSİAD’ın dediği olmayacak, milletin dediği olacak.
CHP’nin dediği olmayacak, milletin dediği olacak.
Birkaç yazar, çizerin dediği olmayacak, milletin dediği olacak.
Kimi güç odaklarının dediği olmayacak, milletin dediği olacak.
Başbakan’ın bu türden söylemlerini duyunca “millet” kavramını farklı değerlendirdiğini düşünmek mümkün.
Örneğin, “ABD’nin dediği olmayacak, milletin dediği olacak” dese, bu anlaşılır.
Ama sayılan isimler de bu milletin bir parçası değil mi?
Görüşlerini beğenseniz de beğenmeseniz de bu milletin birer ferdi değiller mi?
***
Eğer öyle görülmüyorlarsa bu vahim bir durum.
O zaman hükümetin kendine göre bir “millet” tanımı var demektir ki, yalnızca kendi seçmenini veya kendisini destekleyenleri içeren bir tanım olur.
Başbakan bu sözüyle, iktidarı seçen millet iradesidir, bu nedenle de onun iradesinin programı uygulanır, demek istiyorsa haklı .
Ama zaten sivil toplum örgütlerinin, muhalefet partilerinin, basının veya başkalarının dedikleri olmuyor. Sonuçta yine iktidarın dediği oluyor.
Ama 28 Şubat gibi süreçlerden bunca şikâyet edip demokrasiye vurulan darbeler diye nitelerken, demokrasinin temel bir ilkesini göz ardı etmek de pek doğru olmaz.
Düşünceyi ifade özgürlüğü demokrasinin vazgeçilmez koşuludur.
İster Meclis’te ister dışarıda muhalefet ve hükümetin uygulamalarını eleştirmek de demokrasilerin en önemli unsurlarından biridir.
***
Bu eleştiriler zaman zaman çok haksız olabilir, önyargılı olabilir. Zaman zaman fazlasıyla sert ve sevimsiz de olabilir.
Ama iktidarın da buna tahammülü beklenir.
Bu tıpkı, ünlü insanlar hakkında herkesin istediğini söyleyip konuşması ve sonra da “Ne yapalım şöhretin de bedeli bu” demeleri gibi bir şey...
Bu türden ayrımlar yaparak, karşıtlıkları körüklemek yerine, yapılan uygulamaları savunmak ve eleştirilere cevap vermek daha sağlıklı olmaz mı?
Yorum Gönder