MEB, ders kitapları hazırlanırken “Atatürk ilke ve inkılaplarına, laik, sosyal, hukuk devletine uygun olma”
ölçütü aramıyor; bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, TV’ler
Atatürk’ün adını, sözlerini, imzasını siliyor. Devlet televizyonuyla
özellerde gece gündüz “90 yıllık karanlığın bitmek üzere olduğunu, 90 yıllık baskı, asimilasyon” yüzünden “halklar”ın “zulüm” gördüğünü anlatan sözde tarihçiler, bilgi fukarası siyasetçilerle gazeteciler yarışıyor.
Yakın
tarih öylesine çarpıtılıyor, öylesine suçlanıyor ki, yoksulluğu,
umarsızlığı, bilgi eksiği hiç bu denli derinleşmemiş olan halk
Cumhuriyetten, kurucularından “nefret”e
koşullandırılıyor. Bizler Kurtuluş Savaşı’nı yapanları, devrimlerin
coşkusunu yaşayanları tanıdık; dedeler nineler savaşın nasıl
kazanıldığını biliyorlardı; hem yayılmacıyla hem doğuda batıda
yayılmacıyla işbirliği yapan, “din” öğesini kullanan isyancılarla savaşmışlardı.
Bu halk, dili din için kullanan kara sakallıdan kurtulunca, kılık kıyafetini, ölçüsünü takvimini yenileştirmiş; devlet “dinsel”
kimliğini soyunarak eğitimde birlik sağlanmış; kadınlar toplumsal
yaşama katılmış; Cumhuriyetin ortak dili Türkçeyle bilim, sanat ve
uygulayımbilimde çağdaş dünyayla yarışa hazırlanmıştı.
Cumhuriyetin
kurucu çoğunluğunun dili Türkçenin ortak dil olması, öteki dillerin
yadsınması anlamına gelmiyordu. İnancına ve kökenine bakmadan herkesi
yok edecek bir savaştan çıkan, kendi üretimiyle geçinen bireylere
Cumhuriyet, yurttaşlık kimliği kazandırmıştı. Şimdi yadsınan, horlanan
bu kimliktir. Günümüzde olay ve oluşumlara yurttaşlık penceresinden
bakamayan siyasal iktidar öteden beri Cumhuriyetin değerleriyle kavgalı
olanların ardılıdır ve kavgayı tehlikeli bir noktaya taşımıştır.
Milliyetçi
muhafazakârlar, Türkçeyi hiç sevmezler; çünkü muhafazakârlığı Arap’ın
ve Arapçanın üstünlüğüne dayandırırlar. Yüzyıllar önce Müslüman Türk,
tapınma ve bilim için Arapça, sanat için de Farsça öğrenme gereği
duymuş; Batılıların, “Türk, Allahı’na Arapça, sevgilisine Farsça, ailesine ise Türkçe seslenir” nitelemesine uygun olarak üç dilli bir duruma düşmüştü. Bugün bu dillere İngilizceyi de ekledi. XIV. yüzyılın ünlü şairi Âşık Paşa, “Türk diline kimse bakmaz idi/ Türklere hergiz gönül akmaz idi” dizeleriyle
yakınmıştı. Osmanlı aydınları da Arap abecesiyle Osmanlıcadan kurtulmak
için türlü öneriler geliştirmişti. 90 yıl sonra yüzyıllar öncesine
yürür olduk. Türk demek, Türkçe demek adeta suç!
Eğitim dinselleştirildi
Cumhuriyetten
önce yayılmacı, özellikle doğu bölgemizde onlarca okul açmış; dilini
öğretmeye girişmişti. Artık okul açmıyor; tüm okullar yayılmacının
diliyle eğitim yapıyor. Bu duruma milliyetçi muhafazakârlar hiçbir zaman
tepki vermediler. AKP iktidarıyla İngilizce eğitime Arapça, eski yazı
ve dil de eklendi. Eğitim kurum ve kuralları dinselleştirildi.
Üniversite susturuldu.
İnanç ve köken farkı siyasanın
karıştırıcısı olup Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları inanç, köken ve dil
kavgasına başlayınca, yayılmacının ağzına bakanlar, Atatürk ve Türk
devrimiyle hesaplaşmaya hız verdiler; bu hesaplaşma, demokratikleşme
diye yutturuluyor; uzaktan dolma akıllılara göre, 90 yıllık baskı
dönemiyle yüzleşiyoruz. Yüzleşmenin önündeki tek engel Türk ve Türkçe…
Başka ülkelerde olduğu gibi bizde de yurttaşların bir kısmı iki
dillidir; iki dillilik bir ayrıcalık değildir, varsıllıktır. Ortak dille
eğitim temel gereksinimdir; eğitim, sağlık ve adalet kurumlarında ortak
çıkarlar için ortak dille akıl üretilir; iki dilli yurttaşın hakları da
gözetilir.
Ulusu bir arada tutan dildir; iktidarın bastırdığı,
iki dilli yurttaşların da sarıldığı gibi din öğesi değildir. Bizleri
yüzyıllarca bir arada yaşatan da çatı dil Türkçe olmuş; her insan
inancını yaşamış, kendi dilini kullanmış ancak her türlü iletişimi ve
alışverişi, Osmanlıcaya karşın Türkçeyle sağlamıştır.
Kitaplıklarımız
gibi belleklerimiz de her inanç ve kökenden insanın ürünleriyle, şarkı
türküleriyle doludur. Çözüm yolu bir güçlüğü ortadan kaldıracak düşünce,
eylem üretmektir; çözülmeye çanak tutmak değil. Türkçeye ve Türk’e
savaş açmak, hak aramaksa demokrasiye, hak ve özgürlüklere inanan hiç
kimse, kendisi dışındakileri karalayarak, yok sayarak hak aramaz.
Dönülmez yola girmeden herkes aklını başına almalıdır!
Yorum Gönder