Dünya düzdür.. Başkanlık iyidir - Ayşenur Arslan

Milenyum’a bir kala, yani 1999 yılında öldüğü için 21. Yüzyıl’a ulaşamadı. Ama yine de çağdaşımız sayılırdı. Tabii “çağların dışında” olduğunu bir kenara bırakırsak! Şeyh Abdülaziz bin Baz, 1980’lere doğru verdiği fetva ile nam salmıştı. Fetvasında söyledikleri, çok özetle şöyleydi: Dünya düzdür. Sabit durmaktadır. Yer değiştiren güneştir. Aksine inanmak ve iddia etmek küfür ve sapkınlıktır.
Bunu herhangi biri söylese neyse. Şeyh Abdülaziz bin Baz, Suudi Arabistan Krallığı Bilimsel Araştırmalar Kurulu Başkanı’ydı. Hani şu bizde de sık sık bahsedilen “âlim”lerden biri yani. Üstelik âlimlerin âlimi. Düşünsenize, Bilimsel Araştırmalar Kurulu Başkanı.
Bu unvana sahip bir âlim “dünya düzdür ve sabit durmaktadır” derse aksini iddia etmek mümkün mü!  Zaten o da fetvasını şöyle noktalamış: “Aksine inanmak ve iddia etmek küfür ve sapkınlıktır. Tövbe etmeyenin katli vaciptir.”
İnsan merak ediyor, değil mi! Suudi Arabistan’da müspet bilimlerle uğraşanlar ve hatta eğitimlerini Batı ülkelerinde yapanlar var. Aralarında prenslerin de bulunduğu çok sayıda Suudi, Şeyh’in söylediklerinin aksini gösteren nice kitap okumuş, görsel malzemeyle karşılaşmıştır. Peki acaba kaçı âlimler âlimi Şeyh’e inanmıştır.. Kaçı inanmadığı halde inanıyor görünmüş ve hatta alkışlayanların ön safında yer almıştır..

MEĞER BAŞKANLIK OLMAZSA BATARMIŞIZ!

Şeyh bin Baz, yeni Anayasa ve başkanlık tartışmalarını izlerken aklıma düştü. Bizde çok şükür –en azından şimdilik- “aksini iddia edenin katli vaciptir” denmiyor. Ama başkanlık sistemini övenlerden, alkışlayanlardan ve hatta “başkanlık olmazsa mahvolacağımızı” söyleyenlerden de geçilmiyor. Ben de doğal olarak merak ediyorum. Gazetecisi, köşe yazarı, işadamı ve (AKP’li) siyasetçisiyle bu kadar çok kişi bir anda nasıl oldu da hidayete erdi! Başkanlığın tek çare olduğunu anlayıverdi. Kaçı sahiden inanıyor söylediğine.. Kaçı inanır gibi yapıyor.. Ya da hiçbir şey düşünüp anlamadan kafa sallıyor..
Kuvvetler ayrılığı, yani yasama, yürütme ve yargı neredeyse tarihe karışacak. Güç, tek elde toplanacak. AKP’nin Meclis’e sunduğu taslak önerisine şöyle bir bakmak bile o “gücü ve sınırlarını” göstermeye yetiyor. Bakın o taslakla Başkan’a nasıl yetkiler öngörülüyor:
Yürütmenin başı olarak genel/iç ve dış siyaseti yürütmek. Doğal olarak bakanları atamak.
Genel siyasetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda Başkanlık kararnamesi çıkarmak.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına karar vermek.
Kamu yöneticilerini atamak ve görevlerine son vermek.
Sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan etmek ve sıkıyönetim veya olağanüstü hal kararnamesi çıkarmak.
YÖK üyelerinin yarısını seçmek.
Üniversite rektörlerini seçmek.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını, Danıştay üyelerinin yarısını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin yarısını seçmek.
Bu arada Meclis ne mi yapacak? Başkan Babamız’ın “çıksın” dediği yasaları kaleme alacak, teknik düzenlemeleriyle uğraşacak. Bir nevi katiplik yapacak.
Geçmişte başkanlık sistemini savunanların.. Hatta 2007 yılında AKP için bir anayasa metni hazırlayan Prof. Ergun Özbudun’un bile şiddetle karşısında olduğu bir taslaktan söz ediyoruz .
Sayısız hukuk adamı, anayasacı ise böyle bir sistem için tek bir tanımda birleşiyor: ”Diktatörlük”.

DİKTATÖRLÜĞE “DUR” DİYEBİLECEK MİYİZ?


Peki, böyle bir ihtimal var mı? Yani, Erdoğan başkanlık sistemini getirebilir mi? Genel kanaat, bunun ancak BDP’nin yardımıyla mümkün olduğu yolunda. Bu yazıyı  yazmadan önce Ankara’daki gazete temsilcisi, köşe yazarı arkadaşlarımla konuştum. Şunu sordum: “BDP, barış adına başkanlığa kapı açar mı?” Arkadaşlarımın anlattıklarını kabaca şöyle özetleyebilirim: “Hiç kolay değil. Çünkü AKP’nin getireceği başkanlık sisteminin sonucunu herkes şimdiden görüyor. AKP ‘başkanlık yoksa barış da yok’ noktasına gelirse BDP’nin Meclis’teki grubu da Kürt kamuoyu da farklı yollara gidebilir. Yani, başkanlık ve barış formülü için “win-win” hayali kuranlar, her ikisinden de olabilirler.”
Gerçekten de durum hiç kolay değil. Erdoğan’ın var gücüyle bastıracağı açık. Ona bel bağlayanların da “dünya düzdür” diyeceği ortada.
BDP'nin tavrına gelince.. Kendi adıma, Nelson Mandela’nın hapisten çıktığı günkü konuşmasından bir bölümle seslenmek istiyorum:
“Beyaz egemenliğine karşı savaştım. Siyah egemenliğine karşı da savaştım. Hep, insanların eşit fırsatları paylaşarak uyum içinde yaşayacakları demokrat ve özgür toplum hayalini kurdum. Özgür olmak, başkalarının özgürlüğüne saygı duyarak yaşayabilmektir.”

“MAKAM DA İSTANBUL OLSUN”


Star Gazetesi yazarı Yiğit Bulut, başkanlığın en hararetli savunucularından. Bu konudaki son yazısında “Başkanlık Sistemi Türkiye’nin TEK ÇIKIŞI! Kurtuluşu..” diye yazmış. Erdoğan’ın aldığı oy ve güçlü karakteri ile gerçekleştirilebildiği (her ne varsa) “bir üst kademeye” ancak böyle bir sistemle çekilebileceğini söylemiş. Devamını da getirmiş:
“Ortaya çıkan YENİ GÜÇ ve DENGE’nin merkezi, ekonomik-siyasi-sosyal-kültürel olarak İstanbul olacaktır ve olmaya da başladı. Konuya bu açıdan bakınca benim düşüncem; Başkanlık Makamı İstanbul’da olmalı ve Dünya geneline özellikle de YENİ COĞRAFYA dinamiğine net bir mesaj verilmeli..”

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget