Dağdan inen canileri davul, zurnayla karşıladınız.
Ayaklarına seyyar mahkemeler götürdünüz.
Bebek katilleri rahatsız olmasın diye mahkeme duvarlarından Türk bayraklarını, Atatürk posterlerini kaldırdınız.
Silivri mahkemesinin duvarındaki “Adalet mülkün temelidir” yazısının
altından Atatürk imzasını kaldırdığınız gibi… Buna da tanık olduk.
“İşgalci TC Topraklarımızdan Defol”, “Kahrolsun TC” pankartları ve
paçavra PKK, Barzani bayrakları altında, Diyarbakır Meydanında,
“Kürdistan’ın kuruluşu”nu kutlayan yığınlar “rahatsız olmasınlar,
mitinglerine bir zarar gelmesin” diye onlara kol kanat gerdiniz.
Polislerle, jandarmalarla güvenliklerini sağladınız. Onları koruma
altına aldınız.
Ama Silivri’de hak, hukuk aramak için toplanan, keyfi yargılamalara
karşı çıkan ve yakınlarının, arkadaşlarının duruşmasını izlemek, onlara
destek vermek için gelen vatandaşlarınıza basınçlı, kumlu sularla
saldırdınız. Üzerlerine Amerikan yapımı gaz bombaları yağdırdınız.
Annesi ile birlikte babasının duruşmasına katılan 6 aylık bebeğe bile biber gazı sıktınız.
O kadar çok biber gazı, o kadar yoğun bir gaz bulutu vardı ki
çevrede, yangın yeri gibi duman kaplamıştı her yanı. Kapalı mahkeme
salonunda bulunanlar bile etkilenmişti.
İnsanları yerlerde sürüklediniz.
Kollarını, bacaklarını kırdınız, kafalarını patlattınız.
Oysa onların ellerinde yalnızca Türk bayrakları, Atatürk posterleri vardı.
Dillerinde Türk, Türklük, Atatürk, 10. Yıl Marşı…
Onlar bayrağı, Cumhuriyeti, vatanı, ülkenin bütünlüğünü savunan yiğitlerdi.
Onlar sadece adalet istiyorlardı. Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkıyorlardı.
Siyasallaşmış özel mahkemelerin keyfi kararlarına, yargılamalarına “DUR” demek için oradaydılar.
Yüz binler toplanıp gelmişlerdi kent dışına kaçırdığınız, gözlerden uzak tuttuğunuz özel mahkemelerinize… Dünyada bu ilktir…
Hapishane içerisinde ve bir dağ başında yargılama nerede görülmüştür?
Neyi saklıyorsunuz halktan?
Onları barikatlarla karşıladınız. Hem de yoksul halkın kesesinden harcadığınız milyarlarla yerlere çaktığınız barikatlarla.
Ama bu barikatlar Habur sınır kapısında yoktu.
Diyarbakır Meydanında yoktu.
Bu mudur sizin ileri demokrasiniz? Bu mudur adaletiniz…
Mahkemenin bir bölümünü boş bıraktınız ve dünyanın en büyük
barosunun yöneticilerini, Gazetecileri yerlerine oturtmadınız.
Milletvekilleri bile yer bulmakta güçlük çekti. Bazıları içeri girmekte
zorlandı.
Yargıçlar, savcılar yasamayı, yasal baroyu bile yok saymışlardı.
Avukatlardan önce salona robokopları aldınız. Duruşmaların olmazsa
olmazı avukatlar, savunma hakkı sizin için robokoplar kadar önemli
değildi.
RTE, Silivri Kalesi önünde toplanan vatandaşlar ve CHP
milletvekilleri için ağzına geleni söyledi Mecliste. Arkasından da
cumhuriyet savcılarını göreve çağırdı. O saat, halk diliyle “ossaat”
savcılar yıldırım hızıyla harekete geçti.
Ama onlar, bu sürati, bu duyarlılığı PKK teröristlerinin ve
PKK’lılarla birlikte Cumhuriyetin, üniter devletin temellerini oyan,
vatanı parçalamak için kolları sıvayan AKP’liler ve BDP’liler için
göstermediler.
Diyarbakır meydanında PKK paçavraları dalgalanırken, bebek katili APO türküleri söylenirken Türkiye savcıları ortalarda yoktu.
Aleni, açık, göstere göstere suç işlenirken Diyarbakır meydanında devlet yoktu.
Bütün bu yasa dışı işleri görmeyen, görmezden gelen yürütmenin Başı şimdi kalkmış CHP milletvekillerini suçluyor.
Suç duyurusu yapıyor.
Bizse onlarla gurur duyuyoruz. Ve diyoruz ki:
Rahat, sıcak evlerini, mekânlarını bırakıp, o soğukta, o kışta
kıyamette, yağmur altında Silivri duvarlarına dayanan CHP
milletvekillerine, İşçi Partililere, DSP’lilere, TGB’lilere, Fenerbahçe
taraftarlarına, 2B mağduru köylülere, işçilere, şu anda adını
anımsayamadığım sağcı – solcu tüm yurtsever kuruluşlara selam olsun.
ABD’nin, AKP’nin, PKK’nın barikatlarını yıkanlara selam olsun.
Siz çok yaşayın.
Var olun.
Tutsak milletvekillerini ve yurtseverleri kurtarmak için orada Ana
muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte tüm CHP
milletvekillerini de görmek isterdik.
Tutsak milletvekillerini ve yurtseverleri kurtarmak için orada MHP
Başkanı Devlet Bahçeli ile tüm MHP milletvekillerini de görmek isterdik.
Mücadeleyi söz düellosundan, “Sen dedin, ben dedim kavgası”ndan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin grup salonlarından kurtarıp sokağa,
meydanlara, köylere, kasabalara, fabrikalara götürdüğümüz gün İkinci
Kurtuluş Savaşımız da başlamış olacaktır.
Bu böyle biline…
Yorum Gönder