Bilindiği gibi “millet sistemi” Osmanlı Devleti’ndeki dinsel toplulukların yönetim biçiminin adıydı. Osmanlı’da “millet” sözcüğü aynı dinsel inanca sahip topluluklar için kullanılıyordu. Ortodokslar “Rum”, Gregoryenler “Ermeni”, Museviler “Yahudi”, Müslümanlar ise dil, ırk, kültür ayrımı gözetilmeksizin “Müslüman” milleti olarak adlandırılıyordu. Her milletin başında doğrudan padişaha bağlı, devletin de yalnızca bu kişileri muhatap aldığı bir din adamı bulunuyordu.
Osmanlı’da devlet kendi yetkilerini yönetim, maliye ve askerlik alanları ile sınırlamıştı. Bunların dışında kalan tüm alanlar yargı dahil o milletlerin kendi kurumlarına bırakılmıştı. Bu uygulama her şeyden önce farklı dinsel topluluklar arasında olası çatışmaları önleyen güçlü bir merkezi devlet koşuluna bağlıydı.
Devletin egemen unsuru olan Müslüman milleti ve İslam hukukuna göre “zımni” sayılan Müslüman olmayan milletler 19. yüzyılın sonlarına kadar birbirleriyle çatışmadan yaşadılar. 1789 Fransız Devrimi ile tetiklenen uluslaşma sürecinde Yunanların Osmanlı’ya başkaldırarak bir ulus devlet kurmalarıyla Rumların yüzlerini Yunanistan’a dönmeleri; Ermenilerin Rusya, İngiltere ve Almanya’nın desteğiyle bir ulus devlet kurmak için harekete geçmeleri Osmanlı’daki milletler arasındaki barışı bozmuş, dış baskıların da artmasıyla birlikte Yahudiler dışındaki Müslüman olmayan milletler “ekalliyet” olarak dışlanmışlardır.
Özetle söylemek gerekirse Osmanlı Devleti’nin tebaadan “Osmanlı vatandaşı” yaratma projesi Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşları sonunda çökmüş, bu projenin yerini “Türkçülük” ve “İslamcılık” almıştır.
Başbakan, “tek dil, tek millet, tek vatan, tek bayrak” derken kastettiği “tek millet”, onun bellek/dil dağarcığına, Osmanlı’nın hayatta karşılık bulamadığından çökmüş “Osmanlı vatandaşı” yaratma projesinden aldığı bir kavramdır. Evrensel kabul gören “nation/ulus” kavramıyla bir ilgisi yoktur. Dolayısıyla inandırıcı değildir. Bir yanıyla da “yeni Osmanlıcılık” özleminin diline yansımasıdır.
21. yüzyılda yaşıyoruz. Kökleri eskiye de uzansa bu yüzyılda karşılaşılan sorunlar ancak bu yüzyılda doğru kabul edilen kavramlar kullanılarak ve bu yüzyılın koşullarının öngördüğü çağcıl yöntemlerle çözülür.
Kullandığımız kavramlara gerçek anlamlarını yüklememişsek en basit görünen tartışmalarda bile bir sonuca varamayız.
Yorum Gönder