Bu köşeye fotoğraflarıyla görsel güzellik katan Ali Arif
Ersen, tam 8 yıldır “locked in syndrome” hastası.
Konuşamıyor, yürüyemiyor, ellerini kullanamıyor ama muhteşem beyni tıkır tıkır
işliyor. Yaşadığı yatakta film izliyor, müzik dinliyor, kitap okuyor,
Cumhuriyet’in sıkı takipçisi. Her şeyden haberdar.
Zaten feylezoftu, bilgin
olup çıktı bizimki!
Bir arkadaşı kendisine özel gözlük imal etti,
düşüncelerini alfabe üstüne ışık düşürerek tek tek seçtiği harflerle yazdırıyor.
Ali’nin en büyük zenginliği, onu yalnız bırakmayan dost çevresi.
Arkadaşları, gıyabında eserlerinden oluşan pek çok sergi açtılar, yurtiçinde ve
yurtdışında. Bir internet sitesi* kuruldu, eserlerinin satıldığı. Facebook
sayfası var, e-mail adresi var, gelen mesajları okuyor ve cevapları
harf harf yazdırıyor.
Ali Arif Ersen, geçen günlerde Facebook sayfasına
yazılmış bir mesaj gördü. Burcu Sağcan adlı bir üniversite
öğrencisi, kendisini pek çok fotoğraf sanatçısı arasından seçtiğini, çalışma
biçemini kendisine yakın bulduğunu söylüyor, “Hem otomatik, hem de
manuel negatif çeken bir fotoğraf makinesi almak istiyorum. Acaba hangi model,
hangi markayı önerirsiniz?” diye soruyordu.
* Ali Arif, her zaman
yardımsever ve cömertti. Artık kullanamadığı, 1974 yılında dünyanın en iyi
kamerası seçilen Canon’unu kankası Daniel’e armağan etti.
Aynı modelden bir tane daha vardı, dağarcığında. Burcu Sağcan’ı,
“Bende tam istediğiniz gibi bir makine var, size hediye etmek isterim.
Gelin tanışalım, bir çayımızı içer, makineyi alırsınız” diye
yanıtladı.
Genç kız, tamam dedi, ama Ali Arif’in nasıl biri olduğuna ilişkin
hiçbir fikri yoktu. Dünyanın hali belli; yanına hem Yıldız Teknik
Üniversitesi’nden arkadaşı Yavuz’u, hem de ne olur ne olmaz
biber gazı alıp geldi, verilen adrese.
Sonrası dokunaklı bir sahne, elbette.
Armağan edilen Canon’u sevinerek alan Burcu, daha sonraki günlerde Yavuz’la
birlikte yeniden ziyaret etti Ali Arif’i.
Bu arada, makineyi ilk kez
kullanmak üzere harekete geçen genç kız, bir de ne görsün? İçinde bir makara
unutulmuş. Çıkarıp tarattırdı film rulosunu, üzerinde çekilmiş renkli
fotoğraflar var!
Ali Arif Ersen’in, sekiz yıl önce çektiği SON kareler…
Ali Arif, düşününce anımsıyor ki makinenin içine koyduğu makara, zaten
bayat, 4 yıllık bir film rulosuydu, “bakalım ne sonuç verecek”
diye denemek istemişti. Koyun üzerine 8 yıllık hastalık sürecini,
makinenin içindeki yıkanmamış film tam 12 yıldır keşfedilmeyi bekliyordu.
*Zaman, fotoğraf karelerini acayip renklere dönüştürmüş, bazılarına soyut
biçimler vermişti.
Bugün seyrinize sunduğum fotoğraf, işte bu muhteşem
karelerden birinin siyah beyaz baskısı: Beşiktaş taraftarı Ali Arif Ersen’in
çektiği, BJK amblemi.
Keşfedilmeyi bekleyen filmin üzerinden sessizce akıp
giden yıllar, BJK’nin amblemini kitabeye, kartallarını meleğe dönüştürmüş,
kanatlarını müjdeli bir telaşla çırpıştırmış!
Ali Arif Ersen, benim
yeryüzünde tanıdığım en mükemmel insandır.
Anladık ki uçan melekler, düşen
melekleri böyle küçük mucizelerle sevindirir, yaşama tutunmalarını
sağlarlarmış…
Anlaşıldı ki Ali Arif, gözleriyle sürdürdüğü yaşamında daha çok
eserler verecek ve bizim yaşamımıza renk, sevinç, umut
katacaktır.
*www.aliarifersen.com
G NOKTASI
İstanbul Taksim’deki Atatürk Kütüphanesi,
Cumhuriyet döneminin ilk kütüphanelerinden. 1924’ten öteye oluşturulan muazzam
kitap varlığı, kurucuları Osman Ergin, Muallim
Cevdet, Haşim İşcan ve Muhsin Ertuğrul
başta, yüze yakın kitapseverin kişisel koleksiyon bağışlarıyla 140
binlere ulaştıktan sonra, yeni satın almalarla 500 bine yaklaşmış. 1973’te Koç
Holding AŞ’nin armağan ettiği çok güzel bir binaya yerleşen Atatürk
Kütüphanesi’nin her önünden geçişte hayran kalır, hep görmek isterim, bir türlü
denk düşmez.
Bana da bu yılın ilk müjdesi, Atatürk Kütüphanesi’nde görevli
Sayın Cemal Bektaş’tan geldi.
Cemal Bey, “Umut
Bitince Başlar Kurtuluş” başlıklı yazımı okumuş. Benim internette
yaptığım taramada ulaşamadığım 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’nin
orijinalini bulup çıkarmış. Önce telefonla haber verdi, ardından e-posta yoluyla
kopyasını gönderdi. Böylece Peştemalcıyan ailesinin başına gelen ve sizi de
eğlendiren gerçek öykü, “Şimdi boku yedik” celi cülüsünü
“Levhaya bir ailenin hayatını kurtaran argo cümle yazıldı”
başlığıyla haberleştiren gazeteyi gözlerimle gördüm.
Kütüphaneciler zarif insanlardır, çünkü kitaplar zekâyı biler, bilinci
işler, gerçek değerleri aydınlatır.
Cemal Bektaş’a çok teşekkür ediyorum.
Artık Atatürk Kütüphanesi’ne yakından bakmam şart oldu.
“Ne kadar çok paylaşırsak, o kadar çok kazanırız ve buna mucize denir.”
LEONARD NIMOY

Yorum Gönder