Gelişmek için değişim şart ama her değişim, her yenilik, gelişim/çağdaşlık
değil. Her bolluk refah, her varlık mutluluk yaratmadığı gibi. Son günlerde
medyada bu tür soru(n)ların hararetle tartışıldığı programlar var. Sorular
geçerli de yanıtlar umulduğunca, beklendiğince geçerli değil. Demokrasimizi,
“var-yok”, “dır-değildir” ikileminden kurtaramıyor; kurtarmaya çalışanları ya
izlemiyor ya da pek ciddiye almıyoruz.
Kamu hayatında ve yönetimindeki doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin
ikilemlerinden, kısaca “var-yok” ya da “ak-kara”
yargılarından kurtulmaya çalışıyoruz. Zaman boyutuna yer vermeyen
biçimsel (suri) mantıkta her önerme ya doğrudur ya yanlış, üçüncü şık olanağı
yoktur. Akli bilimlerin öncüsü matematik ve geometri kuramları ve onlara dayalı
işlemler ya doğrudur ya yanlış. Oysa zamanla değişen hayatta, gelişen bilim ve
felsefede, eleştiren sanatta önermeler, hem doğru hem yanlış; hatta bazen doğru
da yanlış da olabilir.
İrlandalı Harold Pinter, “Her doğruda yanlışlar, her yanlışta doğrular var”
önermesiyle bu gerçeği dile getirmiş, 2005 yılında Nobel Edebiyat Ödülü
kazanmıştı.
Hukukun üstünlüğüne dayalı Cumhuriyetimizde demokrasi var mı
yok mu? Daha çok, var diyenlerle yok diyenlerin hesaplaşması-kutuplaşması var.
Gerçek demokrasilerde şöyle, bizde böyle. Onlarda var; bizde yok, ya da eksik.
Neden?
Değer yargılarının göreceliği
Kişiye,
kuruma ve bakış açısına göre değişen bir dizi neden sayılabilir. Erol Manisalı,
Einstein’ın izafiyet kuramı her alanda geçerlidir gözlemiyle başladığı bir
yazısında, “demokrasi ancak örgütlenmiş toplumlarda işlerlik
kazanabilir” yargısına varıyor (Cumhuriyet, 17 Kasım). Kuşkusuz doğru
ama ilişkiyi tersinden okursak, örgütlerin demokrasiyle işlerlik kazandığı
yanlış mı? Manisalı, “Demokrasinin en örgütlü toplumlarda en üst düzeye
ulaştığı” gözlemiyle, izafiyet kuramının geçerliğini doğruluyor.
Demokrasi, özgürlük, özerklik, hak-hukuk, adalet ve laiklik gibi yaygın
tartışma konularında, var-yok döngüsünden çıkış yolu lojistik (N-) sorulardır:
Neden, niçin, ne zaman-nerede, ne kadar, nasıl? İzafiyet kuramı, sağlıklı
düşünceye bir zaman/değişim boyutu, neden-sonuç-amaç ilişkilerine üçüncü bir
“oluş” şıkkı kazandırdı. Diyalektik mantık, var-yok yerine “oluş” diyor: Oluş
mantığında kimi varlar yok olurken, kimi yoklar var olabiliyor. Modern sonrası
evrede her neden bir sonuç, her sonuç bir neden oldu. Bu yaklaşımda, neden -
sonuç ilişkisi yok; nedenlerle sonuçların karşılıklı/ortak ilişkileri var.
Tek bir demokrasi kavramı yerine, zaman-mekânda değişmekte olan demokrasiler
vardır.
Öyleyse ülkemizde demokrasi var/yok tartışması yerine, sanırım, “Demokrasimiz
nerede, ne oluyor? Nereden nereye, nasıl gidiyor” sorularını sormamız
gerekiyor.
Neler oluyor? Türkiye nereye
gidiyor?
Gelişmek için değişim şart ama her değişim, her
yenilik, gelişim/çağdaşlık değil. Her bolluk refah, her varlık mutluluk
yaratmadığı gibi. Son günlerde medyada bu tür soru(n)ların hararetle
tartışıldığı programlar var. Sorular geçerli de yanıtlar umulduğunca,
beklendiğince geçerli değil. Demokrasimizi, “var-yok”,
“dır-değildir” ikileminden kurtaramıyor; kurtarmaya çalışanları ya
izlemiyor ya da pek ciddiye almıyoruz.
Yıllar önce, “Demokrasi yalnız halkın
istediklerini yapmak değil, istemesi gereken değerleri halka kazandırma
sürecidir” uyarısını yapan Cevat M. Altar’ı hatırlamıyoruz. Programlar,
heyecanlı oluyor ama beklenen, umulan hedeflere ulaşamıyor. İkili üçlü taraflar
uzlaşamıyor, fikir çatışmalarından sağlıklı çözümler çıkmıyor. Profesör Manisalı
da benzer bir sonuca varıyor: “Doğru, toplumsal olaylarda ‘nispilik’
vardır ama fen bilimlerine hiç benzemez. Aynen şirketlerdeki yüzde 51’i ele
geçirenin mutlak üstünlüğü elde etmesi gibi.” Ne ki demokrasi kuramının
işlerlik-geçerlik şartı, çoğunluğun mutlak gücü değil, muhalefetin ve
azınlıkların hak ve dileklerinin meşruluğudur. 51’in gücü, 49’la kısıtlıdır.
Gelecek seçimde değilse bile er geç el değiştirirler. Kamu yönetimi ile iş
yönetimi arasındaki etik fark sanırım buradadır.
Çözüm, izafiyet kuramı yanında, toplumun eğitim-bilinç düzeyinde görünüyor.
Toplumlar, talep ettiklerinden daha ileri düzeyde bir demokrasiye kavuşamıyor.
Konular, dönüp dolaşıyor, Nasıl bir eğitim reformu (1) sorusuna dayanıyor. En
gelişmiş demokrasilerde bile çözüm yasalardan önce eğitim sürecinde
aranıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim danışmanı John Dewey’in ünlü Demokrasi ve
Eğitim denemesi yüzyıl önce yayımlanmıştı (2). Dewey’in yaparak, yaşayarak
öğrenme: “Her işyerinde bir okul; her okulda bir işyeri” ve “Siyaset
üstü (düzeyde) eğitim-öğretim felsefesi/ politikası” önerileri
geçerliğini koruyor. Okuyup yazmayı öğrendik ama neleri, nice okuyoruz? Dewey’i
bulup çağırdık, danışıp uyguladık ama eğitimde fırsat eşitliği ilkesini unuttuk
(3). Daha temelde, sözlü kültürden yazılı kültüre, “AB mi ABD mi?”
ikilemini aşıp ABC düzlüğüne çıkabildik mi?
Notlar
1) Nasl
Bir Eğitim Reformu? için bkz
“http://www.bozkurtguvenc/”www.bozkurtguvenc.info.
2) John Dewey, Demokrasi
ve Eğitim, 1916, Deneyim ve Eğitim 1936.
3) John Dewey. Türk Maarifi Hakkında
Rapor. MEB 1989 (1925).
Yorum Gönder