AKP şanslı, çünkü “Karşısında muhalefet yok!” önyargısı var. Hiçbir siyasal ve toplumsal analize dayanmayan saplantı ve yanılsamalar...
Muhalefet partilerini uyuşuklukla suçlamanın hiçbir dayanağı yok. Hepsi kendilerince muhalefet yapıyor. CHP’nin uyuşuk olduğunu iddia ekmek çok saçma: Genel başkanlarının konuşmalarının aşırı (!) dozunu muhalefete yakıştırmayanlar var. Milletvekilleri TBMM’de durmadan yazılı ve sözlü soru önergeleri veriyorlar. Demokratik kitle örgütlerinin düzenlediği toplantı ve gösterilere katılıyorlar ama eylemleri yazılı ve görsel basında yeterince yer almıyor.
MHP’yi gerçek bir muhalefet partisi olarak nitelendirmek çok zor. Gizli bir iktidar partisi gibi. Soğuk savaşın hâlâ devam ettiğini sanıyor ve Komünizmle Mücadele Derneği, Esir Türkleri Kurtarma Cemiyeti çizgisinde siyaset yapıyor. AKP, İslâmcılığı önde tutan bir Türk-İslâm sentezi siyaseti yaparken MHP Türkçülüğü öne çıkan Türk-İslâm sentezi siyaseti yürütüyor. Laik Cumhuriyeti ve devrimleri savunan bir parti olduğu söylenemez.
BDP’ye gelince: Kürt sorununa odaklanmış bir muhalefet yapıyor. Laik rejime bağlı olduğu söylenebilir ama devrimlerin tamamına sahip çıkar mı, belli değil.
İşçi Partisi, her bakımdan tam anlamıyla bir muhalefet yapıyor ama ne yazık ki TBMM dışında. Yaptığı muhalefet basına kesinlikle yansımıyor. Tam anlamıyla bir engellemeyle karşı karşıya. Öte yandan, yürüttüğü muhalefetin ve programının seçmen tarafından gerçekten değerlendirildiğini ileri sürmek mümkün değil.
Halkın muhalefeti
Son seçim sonuçlarına göre seçmen halkın yüzde ellisi iktidar yandaşı. Seçime katılmayanların yüzdesini de muhalefete katarsak, bu oran belki yüzde kırka düşebilir.
Siyaset yaşamının en başarılı partisinin AKP olduğunu ileri süren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “İnşallah Cenab-ı Hak imkan verirse, milletimiz desteğini devam ettirirse, güven duymaya devam ederse, biz de büyük hatalar işlemezsek, fitne ve fesat aramızda yeşermezse daha üç dönem değil, herhalde bir 13 dönem daha Türkiye’de AK Parti’nin iktidarını herkes görecek ve herkes yaşayacak” (Milliyet, 14.01.13) demiş.
İstanbul Baro Başkanı Doç.Dr.Ümit Kocasakal Eskişehir’de bir panelde yaptığı konuşmada, “Narkoz etkisi geçti. Halk uyanıyor. Bunların paniği bu yüzdendir. Ellerinde iki argüman var. Birisi darbe, diğeri ise türban veya başörtüsü. İkisini de ellerinden alacağız. Bugün gittiğim her yerde görüyorum, başı örtülü birçok kadın bunlara kızıyor. Dini siyasete alet ettiğini söylüyor” (Cumhuriyet, 14.01.13) demiş.
***
AKP’nin adında “parti” sözcüğünün bulunmasına bakmayın, o bir siyasal parti değil, siyasal İslamcı bir tarikat. Ümit Kocasakal’ın sözünü ettiği “narkoz” etkisini tarikatın biat zihniyeti ve ruhu yaratıyor. AKP’ye oy verenler, biat disipliniyle, Deniz Feneri yolsuzluklarını, AKP belediyelerindeki yolsuzlukları, AKP’nin yolsuzluklarını, dış siyasetin yarattığı felaket ortamını, Suriye siyaseti dolayısıyla ortaya çıkan savaş tehlikesini, derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluğu, tarımın girdiği çıkmazı, halkın altında ezildiği sömürüyü görmüyor, hissetmiyor. Bu bir narkoz hali, kendinden geçme hali, bilinç tutulması ve toptan inme hali.
Normal bir seçmenin, dört yıl sonra, iktidardan göndermesi gereken bir durum söz konusu.
Bir halk kesimi “Çalıyorlar, çırpıyorlar, yolsuzluk ve haksızlık yapıyorlar, adil değiller ama bunlar bizden!” diyorsa, diyebiliyorsa; “Çalıyorlar ama besmele çekmekten geri durmuyorlar!” diye itiraz ediyorsa, orada artık siyaset geçerli değildir. Patalojik bir durum, bir tür delilik transı söz konusudur!
Masa ve kasa
Osmanlı döneminde halk Masa’dan (bürokrasiden) ve Kasa’dan (maliye ve para yönetimi) uzaktı. Masa’da kapıkulları oturuyordu, Kasa’nın anahtarı azınlıkların ve yabancıların elindeydi.
Cumhuriyet döneminde Masa’da rejimi benimsemiş vatandaşlar oturuyor ve rejim Kasa’nın anahtarını teslim edeceği bir sınıf yaratmaya çalışıyordu. 1923-1950 arasında Cumhuriyet’i benimsememiş olan İslamcılar başta eğitim-öğretim durumu olmak üzere türlü nedenlerle Masa ve Kasa’dan uzak kaldılar, ama onlara özlem ve kıskançlıkla baktılar.
1950-2002 arasında zaman zaman masaya iğreti olsa da oturdular, kasanın anahtarını kısa bir süre ellerinde tuttular.
Şu anda masada oturan ve kasanın anahtarını elinde tutan kesim, Türklerin Anadolu’ya gelişinden bu yana ilk kez kendisini masanın ve kasanın sahibi olarak görüyor. Bu yüzden “Görmemişin bir oğlu olmuş çekip çükünü koparmış” durumu yaşıyor. Bu bir!
İkincisi, Cumhuriyet yüzünden, dinini ve inancını kullanarak kimseye üstünlük taslayamıyordu ve bu yüzden kendisini zulme uğranış sayıyordu. Şimdi, yaratılan eşitsizlik durumunun tadını çıkartıyor. Hâttâ, “Ne oldum delisi” olduğunu da söyleyebiliriz.
***
Birinde, kitap yüküm dolayısıyla Paris-İstanbul otobüs yolculuğu yapmıştım. Otobüste, bir işçi vardı. Bütün yolculuk boyunca pısmış gibiydi. Yemek yemiyordu. Bir durakta, elinde elma vardı ama domuz etine değmiştir diye lokantanın bıçaklarını kullanmak istemiyordu.
Türkiye sınırından içeri girince pısırıklığı gitti. Otobüsün durduğu ilk lokantada bir masaya kuruldu; elindeki bıçağı tabağa vurarak “Hey garson!” diye bağırdı.
AKP’ye oy verenlerin çoğu bu işçinin ruhsal durumunu yaşıyor.
Ancak, masaya oturan, kasanın anahtarını elinde tutan kimsenin zihniyet dünyası ve ruhsal durumu değişir. O değiştikçe katmanlar ve kesimler arasındaki dayanışma ilişkileri de değişmeye başlar. Çelişkiler ortaya çıkar. Beklenecek.
Yorum Gönder