Kimlik Dayatmasının İki Farklı Türü - Emre Kongar

“Kimlik dayatması” denilince akla hemen birinci tür kimlik dayatması gelir:
Bir kimliğin toptan reddedilmesi.
Oysa ikinci bir tür kimlik dayatması daha vardır ki, fazla dikkati çekmediği için bir kimliğin toptan reddedilmesi kadar tehlikeli olan sonuçlarına pek dikkat edilmez…
Bu ikinci tür kimlik dayatması, bir kimlik adına sözcülüğe ya da temsilciliğe soyunanların, kendilerini o kimlikle tanımlayanlara uyguladığı dayatmadır.
“Madem ki kendini bu kimlikle tanımlıyorsun, o halde şöyle olmak, şöyle düşünmek, şöyle davranmak zorundasın” biçiminde olan bu dayatma da en az birinci tür dayatma kadar tehlikelidir:
Çünkü insanların özgür iradelerini yok sayar, yaşam biçimi, kültür ve inanç olarak belli kuralları dayatır…
Çünkü “sen bizdensin, sen bizden değilsin” fetvalarının verilmesine ve insanların üzerinde büyük baskıların uygulanmasına ve kimi zaman da bazı kişi ve grupların “hain” ilan edilmesine kadar gider.
Sonuç olarak bir kimliğin toptan reddedilmesi ne kadar tehlikeli, bölücü, baskıcı, dışlayıcı ve kin, nefret tohumları ekici ise bir kimlik adına o kimliği benimsemiş olanlara yapılan dayatmalar da o denli tehlikeli, baskıcı, dışlayıcı ve düşmanlaştırıcıdır.
***
Türkiye kimlik dayatmalarından çok çekti…
Uzun yıllar kullanılan “Kürt yoktur, bunlar dağ Türkleridir” söyleminin ülkeyi getirdiği nokta ortada…
Alevi kimliğinin yok sayılmasının açtığı yaralar günümüzde hâlâ devam ediyor…
Bunlar bir kimliği toptan yok saymanın aşırı ve çok olumsuz örnekleri.
***
Bir de belli bir kimliğin, kendilerini o kimlikle tanımlayanlara dayatılmasının getirdiği olumsuzluklar var:
En aykırı örnekle başlayalım:
1980 darbecileri kendilerini “Atatürkçü” olarak tanımlamışlar ve bu kimliği kendi tekellerine almışlardı.
O dönemde yapılan bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar, insan hakları ihlalleri, işkenceler, bu nedenle doğrudan Atatürkçülüğe, Kemalizme atfedildi ve Atatürkçülük ya da Kemalizm büyük yaralar aldı.
Kendi yaşamımdan bir örnek vermek gerekirse, o dönemde hayatımda ilk kez hakkımda “Atatürk’e hakaretten” soruşturma açıldı…
Bir kez de dönemin İstanbul sıkıyönetim komutanı bir 10 Kasım günü yaptığım konuşmadan dolayı “içeri atılmamı” emretti ve hakkımda yine soruşturma açıldı.
Bu nedenlerle o dönemde, bu yaklaşımı protesto etmek için, kendimi “Atatürkçü” değil, Atatürk bilimci anlamına gelen “Atatürkolog” olarak tanımladığımı belirtmiştim.
Bir önceki dönemde ise Nadir Nadi, yapılan haksızlıklar ve hukuksuzlar karşısında “Ben Atatürkçü değilim” diye yazı yazmış, bu isimle bir kitap bile bastırmıştı.
***
Bir ideolojinin, bir ırkın, bir milletin, bir dinin, bir mezhebin sözcülüğüne, temsilciliğine soyunanlar, hele iktidardaysalar, baskıcılığın, diktatörlüğün, ayrımcılığın, bölücülüğün, nefret söyleminin pençesine düşebiliyor…
“En ideal, en saf kimlik” arayışı içine girilirse, topluma kin, garez ve nefret tohumları atıyor…
Kaçınılmaz olarak, insanları “biz ve ötekiler” olarak yaftalıyor, “hainler”, “düşmanlar” yaratıyor…
Baskıcılık yapıyor…
Ayrımcılığı körüklüyorlar.
Bırakın tarihteki kanlı örnekleri, günümüzde bu tür iktidarlar (komşularımıza bakmanız yeter), ellerindeki polisi de kendi görüşlerini uygulatmak için kullanıyorlar.
***
Son zamanlarda ülkemizde de bu ikinci tür kimlik dayatmasının örnekleri öne çıkmaya başladı.
Birtakım yazarlar, düşünürler, Müslümanlık adına fetvalar veriyor…
“Müslümanlar laik olamaz”…
Veya “Laikler Müslüman olamaz” diyorlar!
Bırakın ülkemizdeki ve dünyadaki milyonlarca laik Müslümanı veya Müslüman laiki yok saymayı…
Bu yaklaşım, kimlik aidiyeti konusundaki en birinci öğeyi, “bireyin iradesini” yok saydığı için çağ gerisidir.
“İslam aidiyeti” konusundaki bu tür yanlış girişimler, bunu yapanların “Kürt aidiyeti” konusunda yapılan yanlışlardan hiç ders almadıklarını gösteriyor!

Emre Kongar/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget