Mısır’da Silahlı Kuvvetler, seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi
görevden aldılar, yerine Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı atadılar.
Bölünmekten şaşkına dönen küreselleşen dünyamızı ve ülkeleri bir daha
böldüler: Darbeye “darbe” diyenler ve diyemeyenler.
Olay yeni veya özgün değil. Güçlü olan kişi ve kurumlar bunu dener,
yaparlar da... Demokrasiyi savunan Batı ülkelerini çoğu zaman
karşılarında bulurlar. “Seçimle gelen seçimle gider...” Kural,
gelenek, ideal böyle diyor da dünya işleri -ideallere göre değil-
güçlülerin çıkarlarına göre yönetiliyor. Güçlülerin güçlüsü Başkan Obama, suskunluğunu açıklamak zorunda kaldı: “Mısır’daki olaylarda kimsenin yanında değilim!”
Büyük Ortadoğu Projesi, demokrasi, özgürlük, insan hakları ve dünya barışı için milyarlar harcayan ABD, darbeye “darbe” diyemiyor; çünkü darbeye “darbe” demesine “ulusal çıkarlar” ve siyasal dengeler izin vermiyor. Sessiz kalıyor.
Politik ve ideolojik ikilem
İkilem, ABD ve AB ile sınırlı değil. İki yıl önce Başkan Mübarek’i ideviren Tahrir halk hareketini “demokrasinin zaferi” olarak destekleyen AKP, Başkan Mursi’nin görevden alınmasını “darbe’ ilan etti. İnsan hakları, milli irade, demokrasi sanki tümü bahane. Güç, benden yana kullanılırsa “adalet”, bana karşı kullanılırsa demokrasiye “darbe” (adavet/savaş) oluyor.
Liberal demokrasinin çıkmazı
Mısır’da
örgütlü iki büyük güç var. Silahlı Kuvvetler ve Müslüman Kardeşler.
Kardeş kavgasını önlemek amacıyla yıkılan son despot Firavun’un yerine
kim gelecek veya getirilecek? Görünürde iki aday var. “Egemenlik milletindir!” diyen “Demokrasi”, “Egemenlik Allah’ındır” diyen “Teokrasi” (Tanrı
yönetimi). Batı toplumları bu iki gücü, sekülarizm (çağdaşlık) ve
laiklik devrimleriyle ayırarak uluslaştı. Sağladığı ateşkesi, anayasal
kurum ve güvencelerle koruyor. Oysa, ilahi bir vahiyle dünyaya gelen
İslam toplumu, din-devlet birliği (tevhit) ilkesinden kurtulup
uluslaşamıyor. Laik Türkiye Cumhuriyeti “Hâkimiyeti Milliye”
ilkesiyle kurulmuştu; İslam dünyasında ilk ve tek demokrasi oldu. İç ve
dış güçlerin ittifakına karşı eksiği ve kusuru ile direndi, ayakta
kaldı.
Demokratik Batı’nın çıkmazı burada. Darbeye “darbe”
dese, müdahale etmesi gerekecek; demese, liberal demokrasiye, çıkar
ortağı Müslüman Kardeşler’e nasıl hesap verecek? Suskun kalıyor. Benzer
bir çelişkiyi bugün Türkiye’de yaşıyoruz. Batı liberalizmi, laik TSK’nin
kışlaya çekilmesine demokrasi adına destek oldu ama siyasal (barışçı)
İslamdan yola çıkıp militan (uzlaşmaz) Müslüman Kardeşler’e yaklaşan AKP
iktidarına sağladığı desteği geri çektiği işaretlerini veriyor.
Sayın
Başbakan’ı kızdıran, çileden çıkaran çelişki de buradadır. Mısır’da
Müslüman Kardeşler iktidarını savunurken, Suriye’de Esad’a karşı
Türkiye’yi yalnız bırakan Batı’yı, “ikiyüzlülükle, çıkarcılıkla, vefasızlıkla” suçluyor.
Haklı görünüyor ya, uluslararası ilişkilerde hak, adalet ve sadakat ne
zaman vardı ki şimdi olsun! Gezi Parkı olaylarının hemen ardından patlak
veren Tahrir bunalımını Taksim üzerinden yorumlayan uzmanlarımızın
görüşleri de bu yönde değil mi?
Darbeye karşı güvenlik, kuşkusuz,
halkın iradesi ya da ulusal bilinci olmalıdır. Oysa unutmayalım,
darbelerin en etkili, öfkeli ve şiddetlisi olan 12 Eylül cuntasının, ABD
destekli lideri Evren Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasına büyük çoğunlukla
oy vermiştik. Güçlünün kanunlarına karşı hukukun gücü öyle bir iki
kuşakta sağlanamıyor. Osmanlı’nın görkemli yüzyılları hayalinden
uyanabilirsek, yakın tarihimizden hatta siyasetin uzun bir gününden
çıkaracağımız nice dersler olacaktır.
Özetle
Özetle bilge kişiler çağlar boyunca hep şöyle buyurmuşlar: “Tarihinizi okuyun, yeniden yazın ama değiştirmeye, yaşamaya kalkmayın sakın.” Zaman
Tüneli ve benzeri belgesel dizilerden alacağımız tarih dersi de belki
böyle okunabilir. Değişim, bugün inşa etmekte olduğumuz gelecektir. Onu
geçmişte aramayalım.
Yorum Gönder