Gezi Parkı eylemlerinden mutlaka bir ders çıkarmak gerekirse, birincisi;
iktidarda bulunan muhafazakârların bu modern orta sınıfın/aydın kesimin
bir sosyolojik gerçek olduğunu kabul etmesi gereğidir. İkincisi ise;
doğrudur, geçmişte aydınlar muhafazakâr kesime paternalist ya da katı
davranmış olsalar da bugün Gezi gençleri önemli bir hoşgörüye
ulaşıldığını ve muhafazakâr kesimle bir arada özgürce yaşamak
istediklerini göstermişlerdir. Sahip çıkılırsa, iyi anlaşılırsa işte bu
empati siyasette Türkiye için bir çıkış olabilir!
Mayıs sonunda
Taksim’deki Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların kesilip Topçu Kışlası
inşaatına sosyal medya üzerinden karşı çıkan genç aktivistler oturma
eylemine başlayınca, bu hızla ülkeye yayıldı ve iktidar karşıtı güçlü
bir siyasal direnişe dönüştü. İçişleri Bakanlığı’na göre haziran ayı
boyunca 2.5 milyon kişi bu eylemlerde yer aldı.
Gezi Parkı
Direnişi, bu ara siyasal analistlerin temel konusu. Kamuoyunda yeni bir
sosyal sınıfın ortaya çıkmasından tutun da yepyeni bir siyaset türüne ya
da siyaset akımının doğduğuna ilişkin, kimisi çok abartılı, çeşitli
yorumlar yapılıyor.
Gezi olaylarının temelini anlayabilmek için
eşzamanlı olarak çeşitli ülkelerde çıkan direniş hareketlerine de bakmak
gerek. Brezilya’da otobüs ücretleri, Endonezya’da artan benzin
fiyatları ile Bulgaristan’da kayırmacı icraatlar hep benzer biçimde
gelişti. Tıpkı bu ülkelerdeki gibi, Gezi Direnişi’nde de iletişim sosyal
medya (yüzde 69) üzerinden sürdürüldü.
29 Haziran’da (2013)
İngilizlerin ünlü The Economist dergisi “Dünyanın her tarafında protesto
dalgaları: politikacılar dikkat” diye başlık attığında henüz Kahire’de
Tahrir Meydanı’nda ikinci bir miting oluşmamıştı. O mitingler de
eğitimli gençlerden oluşuyordu. The Economist dergisi ilginç bir veriye
işaret ediyor; Türkiye’de 1995’ten bu yana üniversitelerdeki öğrenci
sayısı her yıl yüzde 8 oranında artıyor. Yani eğitimli nüfus müthiş bir
hızda gelişiyor. Ancak bu gençler farklı sosyo-kültürel kesimlerden
gelseler de özgürlükler konusunda ortak olarak hoşgörülüler. Çünkü bu
yeni kuşak daha bireyci...
Gezi olaylarında gençlerin yüzde 34’ü
özgürlük istediğini, yüzde 18’i hak ihlaline karşı olduğunu, yüzde 9’u
da baskılara karşı çıkmak istediğini belirtmiştir. Kısacası, hemen hepsi
özgürlük talebinde bulunuyor. Bir başka araştırma, eylemcilerin son
seçimde yüzde 74’ünün CHP ve yüzde 16’sının BDP’ye oy verdiğini bulmuş.
Kısacası, Gezi Direnişi aslında sol aktörlerin ol+uşturduğu bir eylem.
Almanya’nın
en büyük haftalık dergisi Der Spiegel’in haziran ayının son sayısında
tam 10 sayfalık bir bölümü Türkçe olarak yayınlaması gözlerden kaçmadı.
Derginin kapağında modern bir Türk kızının elinde “Boyun Eğme” pankartı
vardı. Derginin içindeki başlık daha da çarpıcıydı: “Beyaz Türkler,
siyah Türkler!” 90 yıldır Batılılaşma projesini büyük bir dirençle
götüren Türkler şimdi başa dönüp şu soruları yanıtlamaya çalışıyor? Kim
olmak istiyorsunuz? Türkiye’nin varmak istediği yer neresi? Dergi, siyah
ve beyazın da açıklamasını yapıyor. Beyazlar ilerici, kentli ve
Avrupa’ya odaklı olanlar. Diğer yanda da muhafazakâr, kırsal alanda
yaşayan ve İslamiyetin derinlemesine etkilediği kesim, yani siyahiler ya
da zenciler. Bu ilk kesim kendi yaşamlarına müdahale edilmesini
istemiyor. İkinci kesim ise 90 yıldır kendilerine baskı uygulandığını ve
hor görüldüklerini savunuyor.
Der Spiegel’e göre; Türkiye’ye
ilişkin, özellikle son yıllardaki, iyimserlik artık yersiz. Yaşanan
olaylar, Türkiye’de siyasal çelişkilerin, ekonomik yükselişin gölgesinde
keskinleştiğini, dilsizleşmenin arttığını ve Türkiye toplumunu
ayrıştıran uçurumun sanıldığından çok daha derin olduğunu gösteriyor.
Gezi
olaylarının ikinci boyutu da işte Türkiye’de uzun süredir bir fay
hattına binmiş yük gibi, iktidarın modern kesimler üzerinde, özellikle
yaşam tarzlarını tehdit edici baskı uygulaması. Gezi Direnişi bunun bir
anlamda kırılması oldu. Gençler polisin aşırı güç kullanmasına rağmen
geri çekilmediler. Hatta iktidarın bir kısmına geri adım attırarak
hatalı olduklarını itiraf etmelerini sağladılar.
GENAR adlı araştırma
şirketi Gezi eylemcilerinin yüzde 19’unun özgürlük kısıtlarını ülkenin
en önemli sorunu olarak gördüğünü, yüzde 16’sının eşitsizlik ve
adaletsizliği, yüzde 6’sının da Kürt sorunu, demokrasi gibi konuları
ifade ettiğini ortaya çıkarmış. İşsizliği ve ekonomik sorunları
vurgulayanlar ise yüzde 21’de kalmış. Görülmekte ki, Gezi Parkı
eylemlerine katılanlar aslında modern orta sınıfın ya da aydın ailelerin
çocukları. Eylemciler yoksul ve muhafazakâr ailelerden gelseydi, daha
çok işsizlik ve ekonomik sorunları vurgulardı.
Muhafazakâr basında
Gezi olaylarını 27 Mayıs darbesi öncesi gençliğin CHP tarafından
kışkırtılarak sokağa dökülmesine benzetenler oldu. Doğrudur, sokağa
dökülme nedenleri benzemektedir, CHP tarafı hariç! O tarihte de
tepkilerin ardında Menderes’in aydınlar, özellikle de üniversite
üzerinde kurduğu inanılmaz baskıcı uygulamalar vardı. Bugün de... Gerçi o
zaman da, Cumhuriyet mitinglerindeki gibi ya da Gezi Parkı
Direnişi’ndeki gibi köylü, esnaf, işçi ya da işsiz yer almamış, sadece
genç aydınlar ortaya çıkmıştı.
Nitekim 27 Mayıs öncesi gelişen
olaylar CHP’ye yarasaydı, 1957’de yüzde 41 alan CHP 1961’de yüzde 37’nin
altında oy almazdı. Yine Cumhuriyet mitinglerinde de CHP açısından bir
yarar görülmedi. Aydınlar sokağa döküldü ama 2004 yerel seçimlerinde
AKP’nin oy oranı yüzde 40 iken 2007 genel seçimlerinde yüzde 47’ye
çıkıverdi. CHP’nin yüzde 21’lik oy oranı ise aynı düzeyde kaldı. Bir
başka deyimle, Gezi Parkı olayları üzerinden hiçbir siyasal parti bir
siyasal tablo değişimi beklememelidir!
Bununla beraber Gezi
Direnişi’nin hiçbir etkisinin olmadığı elbette söylenemez. Kuşkusuz bu
eylemlerin iki önemli etkisi oldu: birincisi, Batı’nın önemli siyasal
çevreleri önceleri demokratikleşme ve sivilleşme sağladığı inancıyla
AKP’ye hayranlık duyarken özellikle son yıllardaki otokratik
uygulamalarından sonra kaygılı bir noktaya geldiler. İkincisi iktidarın
özgüveninde ciddi bir gedik açılmış oldu.
Gezi Parkı Direnişi’nden
“yeni” bir siyaset çıkar mı? Böylesi bir olayın toplumsal özelliklerini
anlamaya çalışmak aslında Türkiye’de siyasal bölünmenin temellerini
bilmemek anlamına gelir. Türkiye’de siyaset zaten 70 yıldır
sosyo-kültürel ayrışma üzerine yapılanmıştır! Bir yanda, Batılılaşmadan
ve modernleşmeden yana olan ilerici aydınlar/seçkinler, diğer tarafta da
buna direnç gösteren muhafazakâr-dar gelirli geniş kitleler. Bu bilinen
gerçeğin keşfedilmeye çalışılması tam bir gaflettir! Gezi Direnişi
yabancı yorumcuların da yerinde tespit ettikleri gibi Türk siyasetinin
tam bir güncel yansımasıdır. İlk kesimde yer alan modern orta sınıf
gençler sivil itiraz haklarını kullanmışlardır!
Bununla beraber, Gezi
Parkı eylemleri, küresel olarak yeni gençlerin hiç de apolitik
olmadığını sadece 1970’li yılların siyaset türü ve fikirlerinden farklı
bir koda sahip olduklarını, bireyci ama aynı zamanda bireysel
özgürlüklere duyarlı olduklarından farklı yaşam tarzlarına saygı
bekledikleri yönünde bir tavır konduğunu göstermiştir.
Gezi Parkı
eylemlerinden mutlaka bir ders çıkarmak gerekirse, birincisi; iktidarda
bulunan muhafazakârların bu modern orta sınıfın/aydın kesimin bir
sosyolojik gerçek olduğunu kabul etmesi gereğidir. İkincisi ise;
doğrudur, geçmişte aydınlar muhafazakâr kesime paternalist ya da katı
davranmış olsalar da bugün Gezi gençleri önemli bir hoşgörüye
ulaşıldığını ve muhafazakâr kesimle bir arada özgürce yaşamak
istediklerini göstermişlerdir. Sahip çıkılırsa, iyi anlaşılırsa işte bu
empati siyasette Türkiye için bir çıkış olabilir!
Prof. Dr. Hurşit GÜNEŞ / CHP Parti Meclisi Üyesi
Yorum Gönder