Hak ve Özgürlükler Partisi HAK-PAR 4. Olağan Genel Kongresi, Ankara İnşaat Mühendisleri Odası'nda yapmış.
İstediği yerde kongresini yapar tabi bu beni ilgilendirmez. “Her şey özgür Kürdistan için” sloganlarının atıldığı kongrede Türk bayrağı olmadığı gibi İstiklal Marşı yerine İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtler tarafından “Kürtler ’in ortak marşı” olarak kabul edilen “Ey Rakip” söylenmiş.
İktidar partisinin AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, Diyarbakır Milletvekilleri İhsan Arslan ve Abdurrahman Kurt’un da orada oldukları ve bu marş söylenirken kalabalıkla birlikte saygı duruşunda bulunuyorlar. İşte beni ilgilendiren, budur.
Türkiye’nin bölünmesini, rejimi değiştirmeyi kendilerine görev edinmiş bu münafıklar İstiklal Marşımızı dinlerken ayağa kalkmak istemezler, bazen kalkmazlar da ama sanki başka bir ülkedeymişler de o ülkenin milli marşını dinlercesine ayağa kalkıyorlar.
Bu demek oluyor ki İmralı’da ki caniye verdikleri sözü yerine getirmeyi kabullenmişlerdir. Kafalarında Türkiye bölünmüş ve Kürdistan kurulmuştur. Bunun başka anlamı olamaz.
Siz kim oluyorsunuz? Bu vatanı parçalama iznini kim, kimler verdi sizlere beyler?
İstiklal Marşına sap gibi durmanın alemi yok,82 darbesinin baskısıdır kaldırılsın diyen B.Arınç bu konu hakkında ağzını açmadı. Ne de olsa birlerinin torunudur kendileri. Onun da bölünmeyi gönülden istediğini söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Bunlar Türkiye Cumhuriyeti sayesinde önemli yerlere gelmişler ama rejimi değiştirmek için cumhuriyete her türlü saygısızlığı düşmanlığı yapan nankörlerdir.
Atatürk’e duydukları hınç iliklerine işlemiş.
Arınc’ın söylediği gibi 82 anayasasının baskısı filan da değildir ayrıca. Bunlar iktidara gelene kadar tüm okullarda huşu içinde neredeyse 90 yıldır söylenen, bizi biz yapan ulusal değerlerimizden biridir İstiklal Marşımız.. Türk Milletinin onuru gururudur.. Milli marşımızım adı İstiklaldir. Toplumun yüreğinde olan vatan sevgisidir bir kurtuluşun destanıdır. Yüreğiniz yeterse kaldırın bakalım da görelim.
****
Türkiye’de bu ve nice vahim olaylar yaşanırken Mısır’da yaşanan halk devrimi mi, darbe mi derdimiz oldu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Haluk Koç- yaşananlar Mısır’da gayri meşrudur“ Mursi’nin demokrasi konusundaki günahlarının cevabını, Mısır’da sivil demokratik karşı duruşla halk meydanlarda ve sandıklarda vermeliydi” Dedi.
Başbakan Erdoğan ve mahiyeti de böyle söylüyor. Yani bir şekilde iktidarla ağızbirliği oluyor. İnsan çileden çıkıyor.
Darbeler elbette kabul edilemez ancak halkın başında ülkeyi ortaçağ karanlığına götürmek isteyen bir diktatör varsa tüm güçleri eline geçirdiğini düşünerek halkına zulüm yapıyorsa o zaman ille de sandığı mı beklemek gerek veya başka ne yapılabilir diye düşünüyorum.
Antalya ASMMO ziyaretinde konuşan CHP önceki Genel Başkanı Deniz Baykal Darbenin kötü, yanlış, kabul edilemez olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etti.
, "Tamam, doğru, sonrası ne, orada bitiyor mu her şey? Orada yaşananın bize gösterdiği gerçek bundan mı ibaret? Yanlıştır ama toplumu öyle bir noktaya getirmekten uzak tutmak, onun gereklerini yerine getirmek, demokrasinin temel ilkelerinden ödün vermemek, uzlaşma anlayışını unutmamak, onu temel bir nokta olarak kabul etmek, halkın nabzını tutmak, dayatmacı anlayışlardan kaçınmak gibi sonuçlar da var" .
Baykal sözlerinde çok haklıdır.
Darbeler ansızın mı gelir yoksa ben geleceğim diye bağırarak mı bir de bunu düşünmek gerek.. Bazen darbelerle demokrasi yıkılır, bazen de darbelerle gelen demokrasiler tarihte hiç olmamış mıdır, bunu da düşünmek gerek.
Bence Mısırda darbe bağıra bağıra gelmiştir buna darbe demek ne derece doğrudur bu da tartışılır. Zira bir senedir iktidarda olan Mursi muhaliflere "Yeni firavun” dedirtecek şekilde Anayasada değişiklikler yaptı. Müslüman Kardeşlerin siyasal anlayışını hâkim kılmaya çalışarak şeriatı tekrar getirmeye çalıştı. Kendisini milli irade yerine koyarak yargı denetimini etkisiz kılacak ölçüde olağanüstü yetkiler tanımaya girişti.
Kısaca bizim başbakan gibi tüm yetkileri elinde tutacak başkanlık önerisine de Mısır Halkı bir senedir direnerek gittikçe büyüyen kalabalıklarla istifasını istedi. Müslüman Kardeşlerle arası iyi olmayan Polis gücü de halka karşı tavır almayınca halkın talepleriyle Mısır ordusu görevini yaptı. Bunun neresi darbedir?.
***
Bana kalırsa Mursi bizim başbakandan dersini iyi alamamıştı. Önce Mısır Ordusunun yetkilerini artıracağına darbe yapacaklardı yalanları ile beşer onar uydurma senaryolarla zindanlara tıkıp orduyu tasfiye edecekti.
Bu arada polis ordusu kurup kendisine istifa çağrısı yapan halkın üzerine saldırtacaktı. Biber gazları, TOMA lardan içinde ne olduğu belli olmayan yakıcı sular, plastik mermiler sıktıracaktı.
Hatta gözdağı vermek için 5 on kişinin gözlerine, başlarına kasti nişan aldırtarak gaz kapsülleri ile beyinleri dağıtıp ölümlerine, kör olmalarına sebep olacaktı.
Kendisini maske ve gözlüklerle korumaya kalkanları da terör örgütü militanı veya resmi memura darp etmekten veya karşı gelmekten gözaltına aldıracak sonra da tutuklatacaktı. Yani gaz maskesini ve gözlüğü suç unsuru sayacaktı.
Camilerde içki içtiler, ayakkabı ile girdiler, örtülü kadınlara saldırdılar, gelinimi dövdüler üzerine işediler diye dindar kesime şikâyet edecekti.
Ah, Mursi Ah!
Neden bunları yaptırmadın sanki bak işte halk seni alaşağı ediverdi.
Ama Dur Bi Dakka ya! İyi ki bunları yaptırmadın da eceline susamadın. Orada şeriat var halen değil mi. Tüm olanların karşısında iyi yırttın diyelim zira sonunda Tahrir Meydanında ipte sallanmakta vardı değil mi?
*****
İlker paşaya!
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ bloğundan, 132 yıl önce yaşanan Midhat Paşa Davası ile bugünün özel yetkili mahkemelerinde görülen davalar arasında benzerlikleri gösteren bir yazı kaleme almış.
İbretlik 132 sene önce yaşanan Midhat Paşa davası gibi siyasi davalardan gerekli dersler çıkartılabilse idi, bugünde aynı durumlarla karşı karşıya gelinir miydi? Elbette hayır!
132 yıl önce mahkemede Midhat Paşa’nın söylemiş olduğu son sözlerini bir kere daha hatırlamakta fayda var:
“Sanıklarla, mahkeme heyetinin yer değiştirdiği vaki olan bu safhada, hâkim tarihtir.” Demiş.
Ah paşam ah!
Tümamiral Semih Çetin’in Bir İhanetin Öyküsü Kitabından alıntı yapacağım size yanıt olarak.
Burada bir paragraf ta özeleştiri için açmam gerekiyor. Balyoz sanıklarının büyük bölümü, çok iyi akademik ve askeri eğitim görmüş, en az bir yabancı dil bilen, dünyada olup bitenleri dış basından takip eden, analiz, sentez ve planlama yetenekleri gelişmiş kurmay subaylardan oluşuyordu. Bu derece birikimli subayların yaklaşan tehlikeyi çok önceden görmesi, önlem alması gerekirdi. Çünkü yaşanan olaylar doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bekasıyla ilgiliydi. Biz askerdik. Birinci öncelikli görevimiz bekamızı sağlamaktı. Yapamadık. Belki de esaretimiz bu ihmalin bedeli oldu.
Saygılarımla
TC. Tünay Süer
Yorum Gönder