Demokratik hukuk devletinde, insan onurunu ve yaşamını korumak,
hükümetlerin en önemli görevidir. Devlet, her bireyin can güvenliğini korumak
için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdür.
Demokrasi ve hukuk devletinin en belirgin özelliği, toplum
bireylerinin kendilerini tam anlamıyla güvende görebilmeleridir. Bu da
demokratik yasaların sağladığı ve herhangi bir yasadışılığa ve keyfiliğe asla
ödün vermeyen güvencedir. İnsan onurunun dokunulmazlığı, gerçek hukuk devletinde
en temel kişisel insan hakkıdır.
Türkiye’de özellikle Gezi Parkı ve Taksim olaylarında yaşananlar
demokrasi, insan hak ve özgürlükleri bakımından tam anlamıyla bir yüz
karasıdır.
Beş gencin polis gücüyle yaşamını kaybetmesi, 11 kişinin
polisin kullandığı silahlar sonucu gözünü kaybetmesi, binden fazla kişinin
yaralanması ve yüzlerce kişinin yasalara aykırı olarak tutuklanması, hiçbir
demokratik hukuk devletinde benzeri olmayan ölçüsüz devlet şiddetidir. Başbakan
meydanlarda ve TV kanallarında halka yanlış bilgi vererek toplanma ve yürüyüş
yapma hakkını yerine getirenlere karşı kullanılan biber gazının, gaz bombasının,
tazyikli suyun, demokratik ülkelerde de uygulandığını söylemektedir.
Türkiye’nin itibarı
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Kamuoyu
ve bazı Avrupa Birliği ülkelerinin gösterdiği haklı tepki, polisin kullandığı
orantısız ve aşırı şiddet ve baskılardan kaynaklanıyor. Başbakan tekrarladığı
yanlış bilgilerle Avrupa kamuoyunun olsa olsa artan tepkisine ve eleştirisine
neden olmaktadır.
Polisin kullandığı şiddet ve baskının yanı sıra,
eli çivili sopalı, sivil giysili polis olduğu söylenenlerin yürüyüş yapanlara
saldırmaları, yaralamaları, dövmeleri ve ağır hakaretlerde bulunmaları, ancak
faşizm veya dikta ile yönetilen ülkelerde görülebilecek uygulamalardır. Bu da
yetmezmiş gibi, eline koskoca palaları almış sivil giysili kişilerin, polisin
gözü önünde, yürüyüş yapan kişilere ve hatta kadına saldırmaları, tüyler
ürpertici ve tam anlamıyla faşizan bir saldırıdır. Basında yer aldığı gibi, bu
saldırganlar AKP’li ise ve polis tarafından da korunuyorlarsa bu, ülkeyi bir iç
savaşa taşıyabilecek suçtur ve en büyük sorumsuzluktur. Bu iğrenç ve ortaçağ
karanlığı benzeri olayı Türkiye ve dünya kamuoyu televizyonlardan izledi. Öte
yandan ağır suç işleyen bu kişiler serbest bırakılırken şiddete başvurmamış
kişilerin gözaltına alınmaları ve hatta tutuklanmaları, devletin palalı
eşkıyaları cesaretlendirir ve korurken, demokratik hakkını kullananları yıldırma
yanlısı bir politika izlediğini sergilemektedir.
Hukuk devletinde
hükümetler, kendilerini eleştiren ve bu amaçla toplantı, protesto gösterisi ve
yürüyüş yapanları da, bu haklarını özgürce ve engelsiz olarak kullanabilmeyi
sağlamakla görevlidir. Hatta devlet güçleri, bu gösterilerde herhangi bir
saldırının olmamasını güvence altına almakla sorumludur. Bu yürüyüş ve
toplantılarda yaralananlara acil servis ve sağlık hizmetleriyle derhal yardımcı
olmak da devletin ana görevidir. Oysa Başbakan ve partisi, yaralıların sığındığı
camiyi, otel ve işyerlerini hedef almaktan ve hatta yaralılara bakan doktorlar
hakkında kovuşturma yapılması emrini bile vermekten geri kalmamıştır. Gezi Parkı
ve Taksim olayları esnasında rapor alan polisler “vatan haini” olarak görülmekte
ve sürülmektedirler. Bu anlayış Başbakan’ın ve partisinin, demokrasi ve hukuk
devletinin temel ilkelerinden ne denli uzak olduğunun en açık kanıtıdır. Bu
durumu Türkiye ve dünya kamuoyu hayret ve şaşkınlıkla izlemektedir.
Sayın Başbakan, işte tam da bu olaylar ve görüntüler sizin ve ne yazık
ki Türkiyemizin de itibarını dünya kamuoyunda yerle bir etmiştir.
Bunun tam aksine milyonlarca insanın Gezi Parkı’nda, Taksim’de,
Kadıköy’de, Ankara’da, İzmir’de ve Türkiye’nin birçok yerinde kaba kuvvete
başvurmadan, müzikleriyle, sanatsal ve kültürel bir dizi etkinlikleriyle,
özgürlüğü, demokrasiyi ve insan haklarına saygıyı simgeleyen yürüyüş ve
toplantılarıyla, Türkiye’nin saygınlığını ve onurunu büyük ölçüde
artırmışlardır. Türkiye’de milyonlarca insanın gösterdiği bu direnişe, birçok
sivil toplum kuruluşunun ve bazı sendikaların da aktif destek vermeleri, Türk
insanına ve Türkiye’ye sempati duyulmasına neden olmuştur.
AKP’nin demokrasi anlayışı
AKP, 2002 yılında seçimleri kazanarak hükümeti kurduğunda,
kendisine duyulan tepkileri aceleci bulmuş, seçimleri kazanarak hükümet olmuş bu
partinin denenmesi ve buna göre karar verilmesi gerektiğini savunmuştum. En geç
ikinci hükümet dönemlerinde görüldü ki, AKP anayasanın değiştirilemez maddesi
olan “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” ilkelerine bağlılığı
anlamamış ve de benimsememiştir. Ve son yıllardaki uygulamalar da açıkça
kanıtladı ki, Başbakan ve emrindeki AKP, çağdaş demokrasiyi anlayamamış ve de
özümseyememiştir.
Başbakan ve partisi, seçimlerde gerekli çoğunluğu almış olmayı
demokrasinin tek geçerli ölçütü olarak görmekte, kuvvetler ayrılığının, insan
temel hak ve özgürlüklerinin, basın ve fikir özgürlüğünün, demokrasinin
vazgeçilemez koşulları olduğunu anlamış ve benimsemiş değildir. Yapılan
uygulamalar ve tekrarlanan söylemler bunun çok açık kanıtıdır. Demokrasiyi ve
hukuk devletini, bir başka devlet biçiminin aracı olarak görenler, kendi
amaçlarına varmak için kullandıkları demokrasiye, Türkiye örneğinde olduğu gibi,
en büyük zararı verirler. Ancak Gezi Parkı ve Taksim direnişiyle başlayan ve
milyonların sahip çıktığı bu toplumsal direniş, Türk halkının antidemokratik
baskılara dur demekte kararlı olduğunu göstermektedir.
Prof. Dr. Hakkı Keskin/Siyasal
Bilimci
Yorum Gönder