Kendisiyle kişisel hiçbir sorunum yok.
Hiçbir zaman karşılaşmadık, yüz yüze görüşmedik.
Benim Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde, sendikamızın o sırada Kabataş Setüstü’ndeki konutunun bir dönem önceden belediyeye birikmiş borcuyla ilgili olarak böyle bir olasılık söz konusuydu. Fakat daha önceki bir yazımda da söz ettiğim gibi, gidip Tayyip Erdoğan’dan bir şey istemek içimden gelmedi.
Çünkü yine aynı yazıda sözünü ettiğim gibi, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığına aday olduğu dönemdeki TV konuşmalarından ve görüntülerinden şiddetle tedirginlik duymuştum.
Beni tedirgin eden, siyaset ortamında ilk kez karşılaştığım bu kişinin katılmadığım görüşleri kadar ve belki onlardan da daha fazla, kendini fazlasıyla beğenmiş, kibirli, soğuk kişiliğinden yansıyan ürkütücü ve itici fanatizmdi. Tutuculuk ve kibrin bir aradalığı korkunçtur.
Doğru bir dünya görüşünü bile sevimsiz kılacak bu kişisel özellik, tutucu bir dünya görüşüyle bir araya geldiğinde, “fanatizm”in ulaşabileceği sonuçları kestirmek güç değil.
Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin bende uyandırdığı tedirginliği, üniversite öğrenciliğim döneminde, 1960’lı yıllarda, o zamanki CKMP’yi bir çeşit parti içi darbeyle ele geçiren Alparslan Türkeş için de duymuş ve bu duygumu arkadaşlarıma da söylemiştim.
Oysa Türkeş’in siyasetçi olarak kimliği o sırada çok da belirgin değildi, ya da hiç değilse biz sosyalist gençler tarafından gerektiğince bilinmiyordu. Sonraki yıllarda yaşananlar, bu önsezimi ne yazık ki doğruladı.
Tayyip Erdoğan’a ilişkin bir başka izlenimim, yine daha önce yazdığım gibi, belediye başkanlığından alındığında, İstanbul Belediye binası önündeki bir topluluğa yaptığı bir konuşmaya tesadüfen tanık oluşumla ilgilidir.
Bu, görevden alınan bir belediye başkanının veda konuşması değil, kışkırtıcı bir meydan okumaydı. Tayyip Erdoğan, bildiği, inandığı yolda kararlılıkla yürüyen biri.
Doğru (bilimsel, kuşkucu, araştırıcı, hümanist) dünya görüşüne sahip bir insan için erdem sayılacak bu özellik, tutucu bir dünya görüşü sahibinin kişiliğinde fanatizmin derecesini artırır.
Tayyip Erdoğan’ın kendi çevresindeki “karizma”sı buradan geliyor. Kararlı, kibirli, katı, uzlaşmaz kişiliğinden...
Başbakanlığı öncesinde de benim gibi kendisine ilişkin olumsuz izlenimleri olanlar kuşkusuz ki vardı. Başbakanlığı sırasında ise bütün bir toplum onu yeterince tanıdı.
Başbakanlık eninde sonunda siyasal bir kurumdur.
Cumhurbaşkanı ise ülkenin kimliği demektir.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının, ülkemiz için çok ağır sonuçları olacağını düşünüyorum.
Çünkü Tayyip Erdoğan herhangi bir cumhurbaşkanı olmayacak.
O ve yandaşları, devletin en tepesine çıkmış olmanın güveniyle, bildikleri yolda daha sakınmasız ilerleyecekler.
Ve kaçınılmaz olarak da aynı sakınmasızlıkta karşı tepkiler, karşı duruşlar, karşı koyuşlar oluşacak...
Böylece de Cumhurbaşkanlığı makamı ülkeyi temsil etme simgesel değerini, saygınlığını, yasal konumunu yitirecek.
Demokrasiye güven daha da sarsılacak.
Toplum kargaşaya sürüklenecek ve korkarım ki bir iç savaşa doğru hızla yol alacak.
Amerika Birleşik Devletleri’nin istediği acaba böyle bir Türkiye mi?
Tayyip Erdoğan ve yandaşları, böyle bir Türkiye’nin kendilerinin de sonu olabileceğini düşünmüyorlar mı?
Cumhurbaşkanı olan bir Tayyip Erdoğan’ın siyasetin dışında kalacağını ve böylece AKP ile daha kolay baş edebileceklerini düşünenler varsa, bu olasılık gerçekleşir de AKP lideri Çankaya’ya çıkarsa, ne kadar yanılmış olduklarını acı biçimde göreceklerdir.
Yorum Gönder