Silivri-Diyarbakır - Şükran Soner

Günlerdir Silivri Ergenekon yargılamaları ile Diyarbakır odak, üniversitelerde yaşanan öğrenci çatışmalarının haberleri yan yana. Bana göre birinci ortak paydaları gerçekte olup bitenlerin anlaşılır olmaktan uzak tutan, kasıtlı ya da kasıtsız, kördüğüm oluşumlardan da kaynaklanan, ağır medyatik otosansürden geçmiş halleri... İddianamede ne denirse denilsin, artık Ergenekon terör örgütü çatısı altında yargılananların, devleti hedef almış ortak gizli örgütün üyesi olduklarına en fanatik iktidar, siyasal İslami cephe, Cumhuriyet karşıtlarını, fanatik yandaşlarını bile inandıramazsınız. Üniversitelerde yeniden ortaya çıkan öğrenci çatışmalarının da uzaktan yakından bir düğmeye basılması, provokasyon haliyle ilgisi yok...
Hani Silivri’de bağımsız yargı, sivil hukuk devleti düzeni, insan hakları ihlallerini görmezlikten gelerek, en azından hafife alarak 12 Mart’ın öncelikle sol ve gençliği, 12 Eylül’ün çok daha baskın hem sol hem de işçi sınıfı tüm örgütlülükleri silindir gibi ezme hesapları gibi, bu kez de Cumhuriyetçiler cephesini kırmaya yönelik işlemesinin hesapları yapılıyor ya... 12 Mart - 12 Eylül askeri darbe hukuklarının, insan haklarına aykırı, kişinin suçu ortaya konmuş, kanıtlanmış olarak yargılanmasından uzak, toptancı suçlamalarla yargılanmalarındakinden beter bir karmaşa, kaos yargılamaların daha birinci aşamasında ortalığa saçılmış durumda...
Savcılığın esas hakkındaki mütalasının geri alınması isteminde, ortaya konulan verilerden kimi satır aralarını sizlerle paylaşmaya çalışacağım. 5 yıldır yargılanan birçok sanığın birden kendi durumlarının özelini açıklarlarken altını çizdikleri olgu, iddianame ve aynı çerçevede hazırlanmış esas hakkındaki mütalaaya göre 313. maddeden yargılanmakta oldukları, tutuklandıkları ancak yeni gelinen süreçte 312. madde ile suçlandıkları yolunda. Köşe yazısına hukuku sığdıramayacağımıza göre, “silahlı cebir şiddet örgütü suçundan, mağdurun devletten hükümete dönüştürüldüğü, mağdur edildiği” suçlamasına indirildiklerini söyleyebiliriz. Söz konusu eylem ve suçlamalarda buna göre hukuksal düzenleme yapılmadan...

***

Bu arada sırası gelmişken şu ünlü Ergenekon şemasının kendisinin okus pokus değiştiği halleri de unutmayalım. Mahkemede dinlenmesine gerek görülmeyen, Meclis komisyonunda dinlenen MİT’in bu konuya yönelik en yetkili tanığı, oradaki tutanaklara da geçtiği üzere davaya söz konusu şema ve isimlerin gerçekle ilişkisi olmadığını söylemiş. Binlerce, on binlerce sayfalar üzerinden genele ve özele ilişkin söz alan sanıkların, olayları tersyüz eden çelişkiler, sahtelikler, yanlışlar, yalanlar üzerinden söylediklerinden örnekler almanın pek de bir anlamı kalmıyor. Ortaya bir arapsaçı, akıl-mantık-hukuksuzluklar dev yumağı çıkıyor.
En çok yinelenen vurgulamalar yıllar süren bir yargılama sürecinin sonucunda, ilk polis sorgulamasına dayalı ana metnin ötesinde bir esas hakkında mütaalanın ortaya çıkamadığı yolunda. Özetle ceza yargılamasının özü, tanıklı duruşmalar, sorgulamalar sonucunda söylenip yazılmış, tutanaklara geçmiş bilgiler süzgeci gündemde değil. Zaten mahkeme de deliller değerlendirmesi yapmadan, esas hakkında mütalaa verilmiş. Sanıklar hem genel hem de kendi özellerine ilişkin, hukukun en olmazsa olmaz ilkesi gereği, delil değerlendirmesi yapılmadan nasıl savunma yapabileceklerini soruyorlar. Şöyle bir düşünün bakalım hukukçular, bilirkişi raporları yüz binlerce sayfada sayılmış delillerin büyük çoğunluğu için “gerçek” dememişler. Sanık zaten reddetmiş, mahkeme bu delilleri tanıyıp tanımadığını ortaya koymadan, bu deliller üzerinden savcılık esas hakkındaki suçlamasını yapmış, ona göre ceza hükmedilmesini öngörmüş... Aklınız alıyor mu?
Önceki gün yarım günlük duruşma izleyerek tuttuğum notlardan bu kadarcık alıntılarla bile üzerime karabasan çökmüş bulunuyor. Dün izlemediğim oturumlar sonrasında ne karar verilirse verilsin özde bir şeyler değişmeyecek. Bir şeylerin değişebilmesi için sil baştan kişiler ile suçlamalar arasında maddi delillere dayalı bağlantı kurulması gerek. Sadece düz okumada 10 yılda bitebilecek dosyalar üzerinden bu işin altından kalkılabilinir mi?
Derler ki; bu davanın sonucu değil, süreci ile yaşatılanlar anlamlı, önlemli... TSK kadroları, siyasetçiler, gazeteciler ile bu davadan beklenen amaca ilişkin sonuçlar fazlası ile alınmış bulunuyor... Ergenekon terör örgütü, darbecilerle hesaplaşma, terör örgütü davası ile toplumda yaratılmak istenen sonuçlara ulaşıldı. Hak-hukuk ihlalleri, insanların ağır hak kayıpları, kurumların aldığı yaralar, kurunun yanında yaşın yanmış olması halleri, dönemin ruhuna, kutsal amacına göre ayrıntı sayılabilir... Nasılsa yargılamanın en sonunda kanıtlanamayan suçlar için davaların düşmesi kaçınılmaz değil mi? Aslında bu kadar bedelden sonra “Affedersiniz yanlışlık yaptık, haksız suçlamalar olmuş” demek siyaseten daha zor. 12 Mart-12 Eylül sonrasında düşen davalarının hesabı mı soruldu? En iyisi iktidarlarının affı ile kapanır...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget