Başbakan Erdoğan kalemi eline almış kendince ilginç ve taraflı bir liste yapmış... Adına da “akil adamlar” deyivermiş!..
“Sözde
“terör meselesi” nde ahkam kesecek grup içinde kimi ararsanız var;
AKP’lisi, BDP’lisi, yandaşı, candaşı; tarafçısı, vakitçisi, Truva atı,
cemaatçisi, tarikatçısı, PKK sempatizanı, işbirlikçisi, döneği, ikinci
cumhuriyetçisi, laiklik düşmanı, Atatürk karşıtı ve Twitter üzerinden
liboşluk yapan unutulmuş Yeşilçam artistleri... Kısacası, “AK(P)il”
tayfası!..
Yani toplumun tüm kesimlerini kucaklamayan, kendi içinde bile “barış”ı sağlayamayan magazinsel bir yandaş liste!..
Bunlar
“akil adam”larmış!.. Oysa asıl mesele “teröre çözüm” getirmek değil
ki!.. Bu kişiler cumhuriyetin temellerine dinamit yerleştirecek “yeni
anayasa” adlı tuzağın içine çekildiklerini bilmiyorlar mı acaba?..
Nerede, ne için kullanılacaklarının farkındalar mı demeyeceğim... Çünkü bir şekilde farkına vardırılmıştır hepsi!..
Peki,
ülkenin 30 yıllık kanlı yarasıyla ilgili ahkam kesecek bu zatların kaçı
Doğu ve Güneydoğu’yu biliyor?.. Kaçı PKK’nın ne yapmak istediğini
sorgulayabilmiş?..
Kaç tanesi şiddeti dayatma politikasıyla kazanım
elde etme planının bilincinde?.. Kaç tanesi verilen tavizlerle, ülkenin
bir bölünme tuzağına çekildiğinden haberdar?..
Kaç tanesi Urfa’da, Hakkari‘de, Mardin’de bir garibanın sofrasına konuk olup tuzlu peynirle kuru ekmeğe talim etmiş?..
Kaç
tanesi bölgedeki bir yurttaşın derdini dinlemiş, kaygılarına ortak
olmuş?.. Kaç tanesi acısını çekmiştir gericilik ve bölücülüğün
kıskacındaki bir coğrafyanın?..
Kaçı Batıdaki bir şehit annesi ya da oğlu dağlarda ölmüş bir Doğulu annenin gözyaşlarına takılı kalmış?..
Sorarım size, acıyı hissetmeyen bir kişi yarayı nasıl tedavi edecekmiş, nasıl bir reçete önerecekmiş acaba?..
Sözün
özeti şudur; AKP terörü bitirme derdinde değil... Asıl mesele “ikinci
cumhuriyet” safsatasıyla rejimi tamamen değiştirmek ve “yeni anayasa”
ile ülkeyi coğrafyalara bölmek... Bunun için de Kürt yurttaşların ağzına
bir parmak bal çalmak!..
AKP iktidarı o yüzden tiyatroyu “akil
adamlar” adı altında sergiliyor, o yüzden kendisine yakın figürleri de
sahneye sürüyor!..
Birileri keşke şu terör meselesini ülkenin ve
ulusun bütünlüğü içinde çözebilse ve ülkeye huzur getirebilse ama,
“akil” diye pazarlananlar nasıl bir oyunun içinde olduklarını
anladıklarında umarım çok geç olmaz!..
Hiç kuşkunuz olmasın “Ak(p)il”in sesi de ancak AKP’nin AKBİL’i kadar çıkar... Bippppp!.. Kontörü yeterse tabi!..
‘Tutum’ anketi!..
AKP’nin “açılım” planı tuttu mu tutmadı mı?. Toplum destek veriyor mu
vermiyor mu?.. Ortalıkta birbiriyle çelişen anketler dolaşıyor ki, her
biri farklı telden çalıyor!..
ANAR Araştırma’nın Genel Müdürü Dr.
İbrahim Uslu, “Çözüm sürecinde partilerin izlediği politikalar oy
oranlarına nasıl yansıyor” sorusuna şu yanıtı vermiş:
“Görüşme
yöntemi konusunda toplumun bazı itirazları olabilir fakat bunun siyasal
sonuç doğurup doğurmadığına bakmak lazım. AKP’nin oy oranı hala yüzde
50’lerin üzerinde. CHP seçimden sonra 22-24 aralığında seyrediyor, son
ayda CHP’nin oy kaybettiğini gördük. MHP 12-13 aralığında seyrediyordu.
Şimdi 13’lerin biraz üzerinde. Özellikle Ege ve Akdeniz’de bir miktar
CHP oyları MHP’ye kaymış görünüyor. CHP’nin ne yapacağını bilmeyen
tutumu demek ki CHP seçmenini rahatsız etti.”
“Tutum”a dikkat çeken
Uslu özetle şöyle demek istiyor; AKP tüm ısrarıyla açılıma sarılıyor.
MHP ise açılıma karşı direnci arttırıyor. Ya CHP?.. Orada ne ilginçtir
ki herkes suskun! Kimse bırakın AKP’ye karşı çıkmayı, bir öneri bile
getiremiyor!.. “Sükut ikrardan gelir” özdeyişi bir yana atılmış, kimseyi
ürkütmeme pususuna yatılmış!..
Peki sonuç?.. Sonuç zaten yukarıdaki ankette ama halktaki algı şu; “bir şey söyle be CHP!..”
Erozyon!..
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, son 3 yılda TSK’dan istifa eden
subay ve astsubay sayısının 13 bin 751, sözleşme yenilemeyen uzman erbaş
sayısının 4 bin 967 olduğunu açıklamıştı.
Şubat 2013’te de 127
subay ve 288 astsubay erken emekliliğini isteyerek kurumla ilişiğini
kesmişti. Son bir ayda ise 148 subay TSK’dan ayrılmış...
Çankaya
Köşkü’nde Atatürk’ten bu yana görev yapan Muhafız Alayı‘nın görevine de
son verilmiş... Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü artık polisler koruyacakmış!..
Sizce,
TSK’yı emekliliğe ve geri plana çeken tüm bu süreci niçin özetledim?..
Çünkü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şöyle buyurmuş;
“PKK’lıların sınır dışına çıkışı TSK’nın değil, MİT ve emniyetin kontrolünde olacak. TSK ise nezaret edebilir!..”
Askere emeklilik baskısı, geri plan ve sonunda da “nezaret!..”
Tüm
bunları sıraladıktan sonra bu yazıdaki “erozyon” başlığı az geldi değil
mi?.. O halde pardon, doğrusu “topyekun tasfiye” olacaktı!..
‘Hayat’a sarılmak!..
Üzerinden üç gün geçti ama Türk ve dünya medyasında “1 Nisan” şakası içeren haberlerin yarattığı şaşkınlık halen aklımda...
İşte o sabah... Yani “1 Nisan”da... Yani hayatın şakalara indirgendiği o gün çok sevdiğim birine şu mesajı atmıştım:
“Yaşamın
içinde ‘1 Nisan’ şakası olamayacak tek gerçek bize güzellikler yaşatan
‘hayat’tır... İşte kocaman yürekli hayatı bu yüzden de çok seviyoruz...“
Bu
mesaj, doğumla ölüm arasında her güzel günü tüm gerçekliğiyle bize
anlatan yaşamın, hiç de şakaya gelmediğini dışa vurmuyordu yalnızca...
Tam aksine çok önemli ve de tek yaşamsal gerçeği de gözler önüne seriyordu; “Hayat” her şeyden önemlidir...
Hayat
tektir ve o yüzden yüreklerimizin tüm kocamanlığıyla sarılacağımız en
önemli zenginliğimizdir... Eğer hayatın bizi üzmesine, kırmasına değil;
biz hayatı neden üzdük sorusuna kilitlenirsek, yaşam işte o zaman çok
daha anlamlı ve içten olur...
Bakınız; korkularımıza gebe olsa da,
dünyanın devinimi içinde, her sabah yeni bir umutla sarıldığımız tek
sığınağımız da hayattır... Bize ne getireceğini bilmeden, tüm gizemi
içinde neye mal olursa olsun sarılacağımız ve içimize çekeceğimiz
coşkudur o...
Ben her sabah bize aydınlığı ulaştıran güneşe
yaklaşabilsem şu soruyu sormadan edemezdim; “Ey güneş, yaşamın içinde en
çok neyi kıskanıyorsun...”
Eminim güneş şu yanıtı verecektir, “Tek kıskandığım hayattır...”
Peki “neden?..” Hiç kuşkunuz olmasın güneş, tüm sıcaklığı ve içtenliğiyle soruyu şöyle yanıtlayacaktır:
“Çünkü ben bile her gün hayatın içinde kayboluyorum...”
Yaşamın içinde; dün de bugün de güneş gibi doğan Hayat iyi ki var...
Yorum Gönder