BOĞAZINA kadar borca batmış ve
hepsi parsa bekleyen yandaşlarca çevrilmiş mirasyediler her zaman ne yaparsa,
PTT ve telefon hizmetlerini satmak isteyenler de öyle yaptılar.
Telgraf işletmenin sorunları zaten ileri teknolojiyle genel olarak
çoktan çözülmüştü. Dolayısıyla interneti, telefonu da içermek üzere her türlü
elektronik işletişimin gelirini yabancı sermayenin katılımıyla paylaşmak elbet
çok kârlı olabilir ve yerli yabancı herkes kazançlı çıkabilirdi. Ama bizim öyle
yapmamıza gerek var mıydı? Kendi başımıza daha da kârlı olabilirdik.
Türkiye’nin üniversiteleri ve hele savunma sanayinin elektronik
alandaki gelişme düzeyi bu alandaki teknolojik zemini sağlayamaz mıydı? Ayrıca,
sayısı iki yüze yaklaşmış üniversitelerin fen ve işletme fakültelerinde yetişen
binlerce genç bu amaç için seferber edilemez miydi? Geliri çok yüksek böyle bir
alanın kazancını ulusal kalkınma için kullanmak varken, o kazancı anlaşılmaz bir
cömertlikle yabancı ceplere aktarmak pek mi akıllıca olmuştur?
Dikkat etmişsinizdir, böyle
bir satış furyası başlar başlamaz, Batılı kurnaz sermayedarla kucaklaşmış Arap
ve tatlı su Frengi ne kadar yabancı varsa hepsi Lübnan’dan ve Körfez
emirliklerinden kalkıp Ankara’nın paylaşma kapılarına üşüşmüşlerdi.
Her şey başıbozuk bir gidişin, ulusal potansiyeli
çarçur edişin, eğitimi ülkenin ve toplumun gereksinmelerine uygun biçimde
planlayamamış olmanın sonuçlarını ortaya koymuş oldu. Cep telefonunu elinden
düşürmeyen bir toplum bu konuya kafa yormadan ve akıllıca çözümler üretmeden
nasıl durabildi?
Artık fark etmeliyiz ki; kendi elimizle ve kendi
seçtiğimiz yöneticilerce başkalarının bizi soymasına, bizi oyalamasına, bizi
aldatmasına yol açmış duruma düştük.
Büyük ayıbımız budur. Her
aynaya bakışta utandıran.
Böyle olduğuna göre, bu
durumu sürdüren bir iktidarı değiştirememiş olmak, yahut tersinden bakıldığında,
bunca yıldan sonra onu değiştirebilecek bir ana muhalefet çıkaramamış olmak da
hepimizin ortak ayıbı değil midir?
Yorum Gönder